“Bakırcılar, Makasçılar, Kunduracılar, Hallaçlar, Dülgerler ve Kebapçılar arastasının suskun çıraklarına …”
***
ya da bir paket sigara aldığımız mahalle bakkalı, sıcacık somunları kucaklayıp evin yolunu tuttuğumuz ekmek fırınları …
Başka hayatları hiç merak etmeden, hiç oralı olmadan geçip gittiğimiz sokaklarda ölümcül bir sessizlik adımlar taş kaldırımları! Akşamın isli karanlığı yağlı bir halat gibi arastaların boynuna çöreklenirken, on beş metre kare dükkanlardan sessiz bir çığlık yükselir göğe doğru.
Bu çığlık arasta çıraklarının “zorunlu geyşalık” saatlerinin başladığının işareti gibidir. Dükkan bodrumlarının sıvasız tuğla deliklerinden rüzgarın bıçak gibi geçtiği soğuk depolarda ve asma katlarda… İplik kokuları, baharat, yanık yağ, küflü bakliyat, çiti, üstübü, gres, sana yağı, demli çay, Arap sabunu kokuları arasında yaşanır her şey. Ne bir duyan, ne de bir gören vardır yaşanılanları. “kol kırılır yen içinde kalır” Susmak, suskunluğa bir halka daha eklemek, birbirinden habersiz koca bir kitlenin her karesini ezberlediği kollektif bir ayin gibi kusursuzca sahnelenir.
Makasçılar, Kunduracılar, Peynirciler, Kebapçılar arastalarının; yıllardır içlerinde taşıdıkları irinlerin patlama saatleri yaklaşmıştır. Taşra kentlerinin bastırılmış cinselliklerinin şeytani dürtülerle hortlatıldığı saatler…
Eti ve kemiği tanıksız bir antlaşmayla paylaşılmış, “derin” bir toplumsal uzlaşmanın kayıtlara geçirilmeyen suretleridir arasta çırakları. Dağa oğlan kaldıran bir geleneğin, “yazın kadına, kışın oğlana yanaş” diye vasiyette bulunan Keykavus’un, çocuklarına; kadifeli, incili, güllü, ayva tüylü, al topuklu tarihsel betimlemeler üreten bir coğrafyanın tam ortasında, kabuğuyla oynadıkça kanayan bir yaradır arasta!
Nihat Genç, “Köpekleşmenin Tarihi” kitabında, arastaların yozlaşmaya başladığı dönemlerde çıraklara yazılmış çarpıcı bir esnaf destanı anlatır: “ Demirci dilberi demir kaynatır/ Kalaycı dilberi kıçın oynatır/ Sarraf dilberinin incedir işi/ Hallaç dilberinin karadır kaşı/ Kuyumcu dilberi işler gümüşü/ Kazancı dilberi kaşları keman/ Kalpakçı dilberi leblebi mercan/ Basmacı dilberinin bulunmaz dengi/ Berber dilberinin çekilir nazı/ Örücü dilberinin hoştur elfazı…”
Binlerce yıllık tarihi birikimin damıtılarak; ahlak, hak- hukuk, erdem üretildiği bu toprakların böylesine betimlemelere de malzeme üretmesini nasıl açıklayacağız? Modern sivil toplum söylemi, hemen her toplumsal alanda onlarca, yüzlerce proje yürütürken, toplumsal yarılmanın tam ortasında duran arasta çırakları hakkında nedense kimsenin dişe dokunur bir proje ürettiği yok. Arasta çıraklarının, o sessiz toplumsal uzlaşmayla, bir nevi kamuya, geleneksel ahlaka kurban edilen yaşamlarının omuzlarına yüklediği sorunları gelecekte nasıl çözeceği bir muamma.
Bir işi olmakla, şükürle, minnetle avutulan koca bir çocuk kitlesinin yaşamı, bu iki yüzlü toplumsal körlüğe daha ne kadar dayanabilir? Tabii ki sokak çocuklarına, tinerci çocuklara ve selpakçılara gözlerimizi kapatmıyoruz. Onların da hep aynı kanaldan beslenen sıkıntılar olduğunu görmezden gelmiyoruz. Ne var ki sokağın bir yüzünde, medyanın ürettiği sosyal dilin ve toplumsal söylemin bir malzemesi olmaktan bir türlü kurtulamayan sokak çocuklarına karşı beslediğimiz hastalıklı ve iki yüzlü tavır devam ettiği sürece daha uzun zaman arasta çıraklarının sessiz çığlığını duymayacağız. Zira, binlerce arastada, devletin kayıtlarını tutmadığı yüz binlerce çırak, bir gelecek projesi olarak sokağa işaret ediyor.