Devlet, şirketin kapısına vardı…

Devlet şirketin kapısına vardı ve dedi ki; benim topraklarıma yatırım yap. Devlet şirketin kapısına vardı, “her türlü kolaylığı göstereceğim sana, beş yıl vergi almayacağım, yeter ki gel ülkeme ve yatırım yap” dedi.

Şirket, yönetim kurulunu toplayıp karar vereceğini söyledi ve planları içinde şimdilik yatırım olmadığını ama düşüneceklerini ağızlarının ucu ile fısıldadılar…

Bundan çok uzun seneler önce değil, daha 20 yıl öncesinde şirketler devletin kapısına gider, ihale açıldığında ihaleyi almak için sıraya girerlerdi, devlet ile ilişkilerini sıcak tutmak için devlet içinde söz sahibi olanları tespit eder, onlar ile sıcak ilişkide olmaya özen gösterirdi, onlara yakın olanlara hediyeler vermekten de geri durmazlardı. Hediyeler devlet katında doğal görülüyordu. Devlet yetkilisi, isterse hediyeyi kayıt altına aldırır, isterse özel kasasının içinde saklardı. Hediyeler ile zengin olmuş devlet görevlileri hep var olmuştur, nede olsa devleti temsil edenler hediyeler ile servetini açıklıyordu.

Geçmiş zaman dilimi içinde hediye rüşvet sayılmazdı, o yüzden devlet içinde hediye aldı diye davalar da açılmazdı. Aynı hediye başka ülkede rüşvet kabul edilmiş ve değişik ülkelerde davalar açılmış olmasına rağmen, bu yaşadığımız devlet içinde dava söz konusu olmazdı, her şey meşrudu ve yasalara uygundu.

Gel zaman, git zaman devlet ile şirketlerin rolü değişti, bu değişimin adına globalizm adı verildi. Globalizm; devletin şirketin kapsını çalmasıdır.

Devlet devlet olalı böyle kötü koşullarda yaşamamıştı. Devlet kapısı garanti kapısıydı, her vatandaş devlet kapsından adım atmak için nelerini vermezdi. Devlet kapısından içeri giren emekli olarak çıkıyordu. Çoluğunu, çocuğunu garanti altında okutur ve kendi içinden geldiği toplumu küçük görmek adetten sayılırdı. Devlet memurları kapalı kutu gibi, içlerinde ilişki içinde yaşarlar ve dışarıya karşı gizemli davranırlardı. Devleti sembolize ettiklerini ve oturdukları masa arkasında ise devlet olduklarını düşünürlerdi. Devlet kendileri olduğu içinde; gelene her türlü eziyeti doğal görürlerdi. Devlet memuru olmak demek, her türlü ayrıcalığı peşinen kabul etmekti.

Masanın önü vardı, bir de arkası. Masa arkasında olan kravatını takar, ağır başlı hareketler ile, ağır ağır konuşur ve devlet kapısına düşmüş vatandaşın işini yapardı. Vatandaş için çileli yoldu ama memur için gelir kapısıydı. Bazı memurlar işini bilir, dosya arasında geleni alır, cepteki biriken haneye bir rakam eklerdi. Memur işini bilirdi, çünkü en üst temsilci öyle demişti; “memurum işini bilir.”

Memur işini bilirdi ama zaman içinde işini bilen memurda enflasyon altında ezildi ve yukardan baktığı köşedeki bakkalın veresiye defterine ismini yazdırdı. Önce ismini yazdırdı, sonra eski konumunu. Liberal ekonomi; global ekonomi ile birleşmek için tüm ekonomi kapılarını açınca, devlet kapısı fakirin çenesini yormaktan başka işe yaramaz oldu, çünkü hayat; memur maaşı ile devam edecek kadar ucuz değildi. Ek iş yapan, ek işini kaybetmemek için memurlukta özveri göstermesi doğal hale geldi. Devlet artık üretmiyor, üretici olduğu alandan da çekiliyordu. Özelleştirme diyorlardı, devlet biriktirdiğini elinden çıkarıyor, bütçesini dengeleme telaşı içindeydi. Borçlanmıştı, borç büyüdükçe global dünyanın firmalarının istekleri doğrultusunda yeni doktrini kabul eder konuma gelmişti. Şirketler artık ihale için kapıyı çalmıyordu, özelleştirme sonunda kim ne alırsa alsın artık önemi yoktu, çünkü hizmet sektörü üretimin yarattığı sektörü yok ediyordu. Üretme tüket!

Her tüketim maddesi global dünyanın hareket alanı içinde serbestçe hareket ediyor ve yerel olan tatları yok ediyordu. Hizmet sektörü için hizmetin sınırı yoktu. Düzenini kendisi koyuyor ve benimsetiyordu. Her ülkede hizmet tekleşiyordu, alışkanlıklarda fotokopi gibi benzer olmaya başlamıştı. Ne kadar ülke varsa o kadar kopya kağıdı kullanıyordu şirket. Her ülke için ayrı program üreteceğine, global üretiyordu.

Şirketin sahibi artık tek ülkede değildi, her ülkeden birleri şirketin yönetiminde yer almasına rağmen, şirket görünmeyen canlı bir mekanizma gibi genişliyor, büyüyordu. Gerçek anlamda obezit bir yapıya kavuşuyordu. Sadece insanlarda sorun yoktu, şirketlerde obez olmuştu. Obez olan şirket, kendi alanında diğer şirketleri yok ediyor, teker teker bünyesine katıyordu. Büyüyen şirketler devleti artık kendi kolları arasına almıştı, istediklerini yaptırıyor, biçimlendiriyordu. Şirket yan yan büyümeye devam ediyordu. Yatay büyümek globalizm demekti.

Devlet bu şirketlerin kapısını çalıyordu gönüllü olarak, lütfen diyordu, lütfen gelin memleketime yatırım yapın!

Şirket programına bakıyordu. önce devlet ile görüşmek için randevu takvimine bakıyor ve sekreterine uygun bir zaman verdiriyordu. Şirket temsilcisi, tıpkı eskiden devlet memurların yaptığı gibi masanın arkasında devleti karşılıyor ve ona tepeden bakıyordu.

Devlet, şirketin kapsını çalıyordu, şirket; kapı deliğinden gelene bakıyor…

İsmail Cem Özkan

1587440cookie-checkDevlet, şirketin kapısına vardı…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.