Dinciler biat etme özgürlüğü için mücadele eder!

Dine inanalar ile dinciler arasında uçurum vardır, gerçekten inanlar gösteriş için meydanlara çıkıp kendi inancını ranta döndürmeye çalışmaz, bütün geleceğini bu dünyanın nimetlerine değil inandığı geleceğe ve Allah’ın buyruklarını yerine getirmeye adar. İnandığı yola uygun dünya nimetlerini israf şeklinde tüketmek ve gözü açlar gibi doymaz şekilde mal varlığına döndürmez, çünkü inanan paylaştıkça insan olacağını bilir ve dini bilgisini ve yüreğine fiyat biçmez. Dinciler, dini söylemler ile her şeyi kendi kişisel çıkarları için kullanır ve oradan elde ettiği geliri amaçları doğrultusunda kullanır. Dincilerin hakim olduğu siyasi yapılar tarihler boyunca iktidara gelip gitmiştir ama dincilerin hakim olduğu rejimlerde başka bir şeylerin yaşama şansı yoktur, homojen inanç uğruna öteki olanları yok eder ve dini söylemler içinde özgürlük alanı bırakabilir. İran örneğinde olduğu gibi dini rejimler içinde de laik bir düzen olabilir ama Hz. Muhammed sonarsı gelen tüm dinlere acımasız ve sorgusuz yok etmek için elinde ki tüm olanakları kullanır.

Dinciler ile dini söylem ve dini referanslar ile mücadele edilemeyeceğini Fransız devrimi bize anlatır. Fransız devriminde din dışında söylemler ile halk iktidara gelmiş ve dini olması gerektiği yere çekmiştir. Bugün Avrupa devletlerinde dini siyasi partiler yer almasına rağmen, hiç biri kendi inancını devlet içinde dominant olmasını ve dini kıyafetlerin devlet kurumlarında kullanılmasını savunmaz…

Din, insanlığın karanlık zamanlarının siyasi iktidarıdır…

Bu bilincin bizde oluşabilmesi için öncelik ile dini söylem kullanan ve dini örgütleri kullanarak vekil olarak parlamentoya girmeye çalışanları siyasi dünyamızdan uzaklaştırmak ile laik bir gelecek için ilk adım atılmış olunur. Dincilerin Alevi’si, Sunni’si, Şii’si olmaz…

Hepsi aynı şekilde dini kullanır ve o kullandığı din ile kendisine ve çevresine rant aracı yaratır…

Hiç bir zaman bir dinci; özgürlüğü, demokrasiyi, çağdaşlaşmayı savunamaz…

Özgür bir gelecek eşit şekilde her insan için olabileceğini hiç bir dinci söyleyemez, çünkü dinde kast vardır ve birileri biat etmek ile yükümlü kuldur!

Günümüzün baş çelişkilerin başında yer alan dinci ve etnik siyaset arasında ki tercih konusu. Çünkü yükselen güç olarak her ikisi bize dayatılıyor ve birinden birini tercih etmemiz istenmektedir. Somut durum, iki gücün arasında kalmış bir emek özgürlüğü savunucusu olarak kalmış görünüm veriyorlar. Yakın yüzyıllık tarihimiz bir çok defa kanıtlamış olan etnik siyaset geleceğe karşı suçtur, onların kuyruğuna takılmak intihar etmek ile farkı yoktur derken, nedense dinci yapılar ile işbirliğinin üstüne bir şey söylemezler, çünkü son yüzyıllık siyasi hayatımızın belirleyici olan etnik siyasetin tercih etmiş olduğu ulusallaştırma ve ulus politikası ve çatışmasıdır. Etnik siyaset Hitler’i yaratmış ve binlerce Hitler örneğini kanlı bir süreç olarak bize sunmuştur. Diktatörlerin yaratmış olduğu kan okyanusları haklı olarak korkuyu beslemekte ve büyütmektedir. Özelikle Ortadoğu ülkelerinde Büyük Ortadoğu Projesi altında uygulamaya konmuş siyasetin başka boyutu ortaya çıkmış ve Ulus Devleti öncesi batı ülkelerde yaşanmış olan din merkezli çatışma odak noktası yapılmıştır. İran din devletinin oluşturulması ve sonucunda elde edilmiş veriler ile bu proje geliştirilmiş ve Hristiyan dünyası karşısında İslam vahşeti olarak algılanacak bir yeni çatışma süreci başlamıştır. İran din devleti demokrasi, özgürlük, çağdaşlık gibi kavramları karanlık içinde bırakmış ve savunanları dar ağaçlarına bırakmıştır.

Dincilerin hakim olduğu yerde toprak çölleşir ve çölde vahalara yaratmak çölü ortadan kaldırmayacağını düşünmekteyim. Ama bu çatışma koşulu içinde etnik siyaset ile dönemsel işbirliği yapılabileceği konusunu yazılarımda işlerken, dinci yapılar ile işbirliği yapmak, onların kuyruğuna takılmak İran – TUDEH örneğinde olduğu gibi dini devlet çatısı altında bir daha yan yana gelemeyecek şekilde yok olmak ve karanlıkta kalmak ile aynı olduğunu düşünürüm. Ülkemiz solcularının bir bölümü Alevi dincileri ile, diğer bölümü iktidara görünmeyen müttefik olarak işbirliği içindedir. Yakın tarihimiz içinde Alevi dincilerinin tutumu ve tercihini daha çıplak olarak görmek açısından Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı karşısında ki tavırlarını incelemek gerektiğini ve çıkarı gereği sistem ile ortak hareket edeceği fikrini savunmaktayım ve iktidardaki dinciler kadar muhalefetteki dincileri de amaçları açısından tehlikeli görmekteyim… Dinci söylemler ile özgürlük mücadelesi olmaz, dinciler için özgürlük; biat etme kültürünün homojen şekilde yayılmasıdır…

Dini söylemler ile dinciler eleştirilemez. Örneğin ‘cehennemde kimse kalmadı hepsi ISİD safında!’ diye dolanan eleştirel görsel aslında dinci bir söylemdir ve dincilere dolaylı destek vermekten başka işlevi olmaz. Dinci iktidara karşı değildir, aksine cennetlik vatandaşlar iktidarda olduğunu ve canilerin ise uzakta olduğunu anlatır… İktidarda olanların seçilmiş olduğu vurgusu son yıllarda giderek artmaktadır. Hatta İslam dinine göre şirk koşma durumunda karşılaştırmalar yapmaktan bile çekinilmez konuma gelmiştir. Benzer söylemlerin muhalefette olan aleviler ve kurumları içinde ki işleyişine bakın benzeri ile karşılaşabilirsiniz, iktidardakiler gibi pervasız ve gösteri amaçlı olmazsa da kelimelerin altında cümlelere yansır.

Alevi kurumlarına hepsi dini söylem kullanır ve bugüne kadar yapabildikleri şehirlerde ve yurt dışında yaşayan Alevilerin heterojen yapısını homojenleştirmek adına kurumlar kurması ve o kurumlar aracılığı ile dincilerin Aleviler arasında da yayılmasına katkı sunmaktan öte bir şey yapmamıştır. Aleviler için özgürlük kavramı inanç özgürlüğüdür, birey özgürlüğü geri plandadır ve sonuçta devletten bekledikleri camiler kadar eşit hizmet, diyanet işlerinde temsil… kandan geçen dedelere maaş, bakım, emeklilik gibi şeyler… Bütün bunları laik olan bir dinci devlet rahatlıkla verebilir, bunlar için özgür, çağdaş olmaya gerek yoktur… İran dinci ‘laik’ bir devlettir, üstelik laiklik kavramı Türkiye’den daha geniş ve daha özgürlükçüdür!

12 Eylül kırılmasından bugüne kadar kurulan Alevi kurumları söylem olarak birkaç konu etrafında kamuoyu oluşturmaya ve belirli günlerde kamunun önüne çıkmaktadır. Sivas Madımak Otelinde ki katliam bir dönemeçtir ve tarihimizin kırımla noktalarından biridir. 2 Temmuz bir ‘aydın’ kıyımıdır. Bu kıyım kontrgerillanın denetimini ve yönlendirmesi ile gelecek iktidar için hazırlanmış bir senaryonun parçasıdır… 12 Eylül generallerin başlattığı ‘Ilımlı İslam’ yürüyüşünün AKP ile taçlandırılması için bu kırılmanın gerektiği aydınlara saflarını ve hizalarını belirleme için verilmiş bir gözdağıdır. O süreçten sonra aydınlar arasında liberal görüşlerin yaygınlaşması ve yeni ‘aydın’ kavramının liberal duruş ile ortaya çıkması tesadüfi değildir. Sivas katliamından sonra oluşan yeni duruma uygun olarak sözde aydınlar başörtüsü özgürlük mücadelesine imza verirken Alevilerin ibadet özgürlüğü ve Alevilerin ihtiyaçlarını yok saymış, onları asimile eden eğitim sistemini onaylamışlardır. Bu açıdan 2 Temmuz’u bir Alevi kıyımı olarak göstermek gerçekleri çarpıtmaktan başka şey değildir. Alevi kıyımı olmuş olsaydı diğer şehirlerde de Alevilere yönelik saldırıların devam etmesi gerekliydi. O yüzden 2 Temmuz etkinliklerini ve anmasını hala Alevi dinci yapıların yapıyor olması sol örgütlerin ve aydınların ne kadar örgütsüz olduğunu göstermekten başka işlevi yoktur… Dinci yapıların arkasından giden her sol yapı devrim gibi sorunu yok anlamındadır ve de çağdaş özgür ülke kavgasından uzak anlamına gelir…

Dinciler ile dini söylemler ile mücadele edilemez…

Dinci yapıların uluslararası boyutu olarak karşımıza çıkan El Kaide ve onun türevleri örgütlerin kendileri gibi olmayan Şii camilerine bomba ile saldırması, Şii’lerin yoğun olarak yaşadığı yerlere canlı bomba ile saldırması bu projelerin birer parçasıdır. (Pakistan, Irak, Afganistan, Katar, Yemen, Kuveyt, Suriye…) CIA ve diğer istihbarat yapıların denetimi ile kurulan El Kaide örgütü yerini şimdilerde cihat bayrağı haline gelen ISİD olmuş durumda. ISİD bildiğiniz gibi Amerika güdümü ve denetimi ile lojistik olarak destek veren ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkeler tarafından kuruldu. Türkiye’nin o dönemin dış işleri bakanı ISİD PR çalışmasını yaparken “memnun olmayan Sünnilerin örgütü” olarak tanıtmış ve tabanda yayılması için her türlü kolaylığı göstermiştir. Bu arada ISİD kuruluş aşamasında Kürtlerinde parmağı yok sanmayın, Irak Kürdistan yönetimi ISİD ile baştan mutlu olan ilişkisi ISİD’in Ezidi Kürtlere karşı saldırısı ile bozulmuş ama bugüne kadar gerçek anlamda çatışmamazlık durumunu korunmuştur. Sonuçta ISİD üstüne düşen görevi kontrolsüz büyüme ile gerçekleştirirken, kontrol eden ülkeler ISİD adına bir çok ülkede eylemler yapması ya da yapmamasını kimse kontrol edemez… Aslında bir çok olay birilerin suç hanesine yazılırken, bu yazılan hanelerin karanlık noktalar olduğu ve gerçek faillerin üstü örtüldüğü gerçeğini hiç bir zaman gözden kaçırmamak gereklidir. ISİD adı ile çıkar çatışmaları ve iktidar kavgası sırasında bir çok siyasi suikastta kullanılması tesadüf işler değildir. Batı ülkeleri içinde yapılan bir çok eylemin ISİD’in etki alanın çok üstünde ve birileri iteklenerek iç kamuoyuna ve İslam (Sünni) düşmanlığının tabana yayılması için kullanıldığını göz ardı etmemek gereklidir. ISİD sonuçta taşeron örgüttür ve bir çok cinayetin üstü örtülmek için kullanılan bir örtü işlevini görüyor.

Sonuç olarak dinciler biat etme özgürlüğü için mücadele eder!

1590940cookie-checkDinciler biat etme özgürlüğü için mücadele eder!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.