Doğa ile kadın arasındaki diyalektik bağ

Devrimci mücadelede kadının rolünü kavramanın esası, kadının kim olduğunu anlamaktan geçer.

Sosyal toplumun ana gücü olarak kadının, sınıflı-politik toplum içerisindeki ana-özne durumunu kavramanın en önemli halkası tarihsel geçmişini anlamaktan geçer. Kadın doğal yaşamın öznesidir. Doğayı algılamak istediğimiz zaman kadının gerçekliğini anlamak gerekir. Doğa ile kadın arasındaki diyalektik bağ; insan toplumundaki bütün ilişkilerinde görülür. Doğa aynı zamanda biyolojik bir olgudur, kurduğu kendi iç düzeninde sürekli üretir yani üretkendir. Kadın da biyolojiktir. Doğa gibi kadın da üretkendir, yani üreticidir.

Doğa içerisinde var olan bütün canlı varlıklar, parçası oldukları doğayı yok etmezler, aşırı tüketimleri yoktur. Kadının tarihsel geçmişine baktığımızda da aynıdır. Doğa ile iç içedir, bir bütündür, doğa dengesini bozacak aşırı tüketim özelliği olmadı.

Doğan’ın duygu dünyası bütün dişi varlıklarda hissedilir. Ama kadın, toplumsal yaşamın bilinçli üretim faaliyetinde yer alan bir sosyal kategori olarak, doğanın duygu dünyasını kendi iç bünyesinde ve üretim faaliyetinde çok açık olarak hissettirir. Yani kadının bilinçli duygu dünyasını anlamak, aslında doğanın duygu dünyasını anlamaktır. Bu bakımdan sosyal bir olgu olarak kadını tanımlamak insanlığı tanımlamaktır. Çünkü kadın politik bir toplumsal kategori olmadan önce sosyal bir gruptur. Sosyal yaşamın ana yapısını oluşturur. Bir başka tanımlama ile sosyal ilişkilerin bütün yaşamı içerisinde, kadının toplumsal ilişki sistemi bütün sosyal tarihin yapısını oluşturur.

Kadın insanlık tarihinin bütünlüklü sürecinin ana çekirdeğidir. İnsanlık tarihinin bilinen ilk tarihsel dönemlerine baktığımızda kadın, insanlığın bütün sosyal yaşamını örgütleyen güç olmuştur. İnsanlık tarihinde ‘ilkel’ olarak tanımlanan toplumun aslında özgürlüğün en gelişmiş dönemi olarak hala geçerliliğini koruyor. Bu bakımdan ‘ilkel’ denilen toplumsal tarih, aslında, ‘TEMEL ya da ANA’ bir kategori olarak tanımlamaktayız. İnsanlığın ANA veya TEMEL tarihsel sürecine baktığımızda kadının bilinçli üretim faaliyetin de temel öznesi veya gücü olduğunu görürüz.

Toplum bireylerinin bütün sorumluluğu üstüne alan kadın, hem kendisiyle, hem de toplumun bütün bireyleriyle özgürce barışık bir biçimde yaşıyordu. Kadının egemen olduğu toplumsal dönem, toplumun bireylerinin eşit koşullarda yaşadığı bir tarihsel süreçtir. Bu bakımdan kadın bir yönetici değil, toplumsal yaşamı örgütleyen bir role sahipti.

Kendi cinsi ile toplumun diğer bireyleri olan erkekler, yaşlılar ve çocuklar arasında özel bir kategorik fark oluşturmuyordu. Herkesin eşit koşullarda yaşamını sürdürdüğü bir dönemsel olgu olarak algılanır.

ANA ERKİL olarak bilinen dönem aynı zamanda kadın bilinçli eylemi olarak tanımlanan bir tarihsel süreçtir. Sınıfların olmaması, kadınların komünal yaşamın örgütleyici gücü olması, sadece üretim ilişkilerinden kaynaklanan bir durum değildi. Bu temel bir faktördü ama aynı zamanda kadının doğa yaşamın tam bir öznesi olması, doğa ile kendisi arasındaki tarihsel bir bağın önemli bir etkisi vardı. Bu bakımdan kadının mülkiyet edinme ve iktidar olma arzusu pek olmadığından doğal ile kendisi arasındaki duygu bağını, organize ettiği toplumsal ilişkilere yansıttı.

Kadının tarihsel değişimi, mülkiyet ilişkilerinin gelişmesi ve fiziki gücün bir bakıma egemenlik mücadelesine dönüştürülmesiyle başladı denebilir. Bu iki olgu’da karşımıza erkek faktörü çıkar. Erkeklerin doğa ile olan ilişkilerinde aşırı üretimi esas almaları, elde ettikleri ürünleri en yakınındaki aileye ve sonra kabileye karşı bir etki gücü olarak kullanmaları ve belki de bugün başımıza bela olan ve savaşlara yol açan rekabetin ilk başlamasının temelini attılar denebilir.

Mülkiyeti çoğaltma arzusu ‘özel mülkiyetin’ doğuşuna yol açtığı gibi toplum bireyleri arasındaki ilişkileri de değiştirdi. Kadın’ın toplumsal yaşamı örgütlemekte giderek ikinci plana düşmesi, etkisiz bir güç haline gelmesi, toplumsal çatışmanın başlangıcını oluşturur.

Mülkiyet ilişkisindeki gelişmenin doğurduğu özel mülkiyet, aynı zamanda toplum bireyleri arasında sınıfsal farklılaşmayı ortaya çıkardığı gibi toplumun sosyal grupları arasında da çatışmayı derinleştirdi.

Bugün 5 bin yıllık, belki de çok daha gerilere giden tarihsel süreçteki egemenlik ilişkisi hiç şüphesiz ki, karşıt toplumsal güçler arasındaki sınıf mücadelesinin kendisidir. Devlet ve iktidar denen politik kavramlarda bu dönemin ürünü olarak ortaya çıktılar. Şiddetin, toplum üzerinde bir güç olarak kullanılması da bu süreçten sonra başladı ve hala devam ediyor.

Ancak bu tarihsel sürecin oluşmasında mülkiyet ilişkilerine dayanan kanlı çatışmalarda kadının hemen hemen hiçbir rolü olmadığı gibi süreç içerisinde kadın, toplumsal örgütleme gücünü kaybetmeye başladı ve erkeklerin grupsal yönetsel gücünün eline geçti.

Bu süreç bir başka anlamı, kadın hiç bir şekilde üretim araçlarını kendi elinde tekelleştirmedi ve her zaman toplumun kolektif yaşam gücü olarak gördü. Erkek ise tam tersine kendi-bireysel denetimine aldı, ayrıcalık bir güç olarak gördü ve kendi iktidarı için acımasızca kullandı.

Bu süreç öyle doğal ve çok basitçe gelişmedi. Kadın, erkeğin özel mülkiyeti esas alarak iktidarını kurma girişimlerine karşı sürekli mücadele etti. Toplumların yazılı olmayan bir bakıma destanlarla tanımlanan tarihine baktığımızda doğanın toplumsal parçası olan kadınlarla, doğayı yok etmek isteyen ve iktidarını kuran erekler arasında müthiş bir mücadele olmuştur.

Buna toplumsal çatışma belki kadının ‘yenilgisiyle’ sonuçlandı ama kadın hiçbir dönem pes etmedi ve sosyal tarihinin hemen her döneminde kesintisizce mücadele etti. Öyle ki, kadın uzun yıllar toplumun entelektüel rolünü de üstlendi. Bu bakımdan erkeklerin denetimine geçen sınıflı egemen toplumu, kadınların bir bakıma üstünlük durumunu yansıtan entelektüel bilinç düzeyini yok etmek için, binlerce kadını ‘CADI’ diye yaktılar. Filmlere de konu edilen, ERKEK KRALLARIN akıl hocası veya danışmanı olan ve binlerce yıl bilincimize yerleştirilen ‘CADI’ kadınlar, aslında dönemin en bilinçli entelektüel gücünü oluşturuyordu.

Bu bakımdan feminist hareketin mücadele tarihi tahmin edilenden çok daha eskidir. Kadınların yakılma eylemi, insanlığın yüz karası olarak tarihe geçerken bu zorlu dönemde yürütülen kadın mücadelesi aynı zamanda feminist bir mücadeledir. Sorurun kavranması için şu noktayı özellikle vurgulamak gerekir: kadın sorunu toplumsal, politik olduğu kadar ideolojiktir. Çünkü egemenli toplumların iktidar gücü belirli bir ideolojik-politik zemin üzerinde şekillenmiş ve varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bütün sömürücü sistemlerin ideolojik-politik bir temeli vardır. Bu bakımdan kadın sorunu da bu toplumsal ilişkilerin tam ortasında olup ideolojik bir temeli vardır. Bundan bağımsız olarak ele alınamaz.

Erkeklerin denetiminde oluşan özel mülkiyet ilişkisine dayanan ideolojik-politik iktidar, aynı zamanda kendi cinsini de yok etmeye başladı. Küçük bir azınlık olarak iktidarı eline geçiren erkek sınıflı toplum, kendi dışında olan binlerce erkeği de köleleştirdi. Köleleştirip sömürdüğü erkekleri aynı zamanda kendi toplumsal ilişkilerinin güvencesi olarak kullandı. Sömürülen, baskı altına olan erkek de, kurulu egemen düzenin kendisine biçtiği role uygun olarak kadına karşı uygulanan baskının önemli bir aracı haline geldi. Bu aslında erkeğin kendi kişiliğini egemen sınıflar tarafından denetim altına alınmasının bir başka yansıması olarak karşımıza çıkar.

Böylelikle kadınları yok eden özel mülkiyet zihniyeti, toplumun geniş katmanlarını da içine alarak geliştirdi. Toplum tarihine bir bütünlüklü olarak baktığımızda sömürülenlerle sömürenler arasındaki ilişki farklılaştı. Erkeklerin de büyük bir kesimi sömürülenler kategorisine girdi. Çok küçük bir azınlık kadın grubu da, kadına ait duygu dünyasını yetirerek, erkekleşmiş sömürücü sistemin bir parçası haline geldiler. Erkek egemenlik sömürücü sisteminin iktidar yönetici gücü olarak görev aldılar. Geçmişte KRALİÇE unvanlarıyla bunu yaptılar. Halen bu unvanları devam ederken, bugün esasen başkanlar, başbakanlar, bakanlar olarak sömürücü-egemen toplumun yönetici bireyleri olarak görev almaktadırlar.

Böylece sınıfsal çatışma, toplumsal mücadelenin temel halkası haline geldi. Toplumsal ilişkilerde ve sosyal yaşamı örgütlemede erkeklerle kadın arasında temel farklılıklar olmakla birlikte, onları zorunlu olarak bir araya getiren ortak olgular bulunuyor. Bu olgunun temel özelliği üretim faaliyeti karşısındaki durumlarıdır.

Bu bakımdan farklı yanlarımızı asla gözden kaçırmadan, küçümsemeden, kapitalist sisteme karşı ortak bir mücadelenin örgütlendirilmesi kaçınılmazdır. Bu ortak mücadele kadın, kendi toplumsal varlığıyla var olmak zorundadır. Erkek egemenlik gücüne dayanan kapitalist sisteme karşı mücadelede bağımsız politik kişiliğiyle var olacaktır.

Bu bakımdan kadın toplumsal yaşamın her alanında ‘BAĞIMSIZ’ politik kimliğiyle mücadele etmelidir. Toplumsal yaşamın iki ayrı grubu olan kadın ve erkek arasındaki ilişki, her düzeyde eşit olmadan kendi sosyal sorunlarına sahip çıkması pek mümkün değildir.

Toplumun her sosyal kesimi kendi tarihini yazar. Kadınlarda kendi tarihini yazmadan, özgürlüğünü kazanmadan, örgütlenmeden, erkek egemenli kapitalist sisteme karşı kendi bağımsız gücüyle mücadele etmeden, kendi örgütlerini yaratmadan başarılı olma şansı zayıftır.

Kapitalist sistem bu gerçeği bildiğinden dolayı kadının politik toplumsal mücadelenin içinde yer almaması, kendi özgün kimliğiyle örgütlü mücadele etmemesi için bütün olanaklarını kullanıyor. Çünkü toplumun yarısını oluşturan bir sosyal grup, toplumsal mücadelenin dışında olursa, kendi iktidarını çok daha rahat devam ettirebileceklerdir.

Kadının toplumsal yaşamdaki ağırlığı arttıkça ilgilendiği sorunlarda doğal olarak farklılaşmaktadır. Ayın zamanda kadının kendisini var eden temel özelliklere sahip çıkma bilincinde de önemli bir gelişme yaşanmaktadır. Eğitim, ekonomik, kadının ev yaşamının dışına çıkma istemi, sosyal yaşama uyum vb noktalardaki değişimler, çok açık olarak görülmektedir.

Toplumun öznesi olan kadınlar, aynı zamanda devrimlerinde öznesidirler. Sınıflar mücadelesinin bütün tarihsel süreçlerinde bu gerçeği görürüz. 21. yüzyılın toplumsal kalkışmasında önemli bir yer edinen, mücadelemizin ciddi bir dinamiği olan Kürt devriminin oluşturulmasında; Kadınlar mücadelenin merkezinde ve öznesi olarak yer almışlardır.
Kadın devrimi kesintisiz olarak devam eden toplumsal değişimlerde önemli bir halkası olan kadınların mücadelesinde ciddi zorlukların yaşandığı, değişim ve dönüşüm konusunda, dünyayı değiştirmek isteyen güçlerin ciddi sıkıntıları olduğunu bilmek gerekir.
Yaptığımız genel değerlendirmelere paralel olarak, kadın, her türlü gelenekselliğe, yerleşik yargılara savaş açmadan, toplumsal cinsiyet rollerine itiraz etmeden, cins bilincini geliştirmeden erkek egemenliğine karşı mücadelesi bilinçli ve amaçlı bir eyleme dönüştürmeden kadın toplumsal devrimi gerçekleştiremez. Bu bakımdan kadın hem kendisine yönelik bir devrim yapmak, hem de toplumsal değişimin öncüsü olmak zorundadır.
Bu bakımdan toplumsal cinsiyet ayrımının ortadan kaldırılması için mücadelesinin güncel görevlerine ilgi göstermeyen, bu mücadele içinde değişip, dönüşmeyen kadının devrimci cins bilinci geliştirmesinin koşuluda yoktur.
21. yüzyılın toplumsal devrimleri içerisinde önemli bir yere sahip olan Kürt ulusunun tarihsel direnişinde özne olan ve değişimin ve direnişin öznesi olan Kürt kadının oynadığı rol; önemli veriler sunmaktadır. Özellikle yaşadığımız coğrafyada Kürt kadının ayağa kalkışı, dünya özgür kadın hareketine önemli veriler ve deneyler sunmaktadır.
Kadın örgütlenmeleri en geniş kadın kitlesinin kadın devrimiyle aydınlanmasını ve özgürlük eylemine katılışını kolaylaştıracaktır. Kapitalist sistemin her türlü sömürüsüne, ırkçı şoven gerici rejimin her türlü politik şiddetine, kadına yönelik saldırılarına karşı kadın mücadelesinin gelişme perspektiflerini oluşturmak, her günkü örneklerinde kadın mücadelesinin gelişmesiyle ilgilenmek, kadın örgütlerini kitlesel mücadelenin öncüsü haline getirecektir.

21. yüz yıla girerken, kadın mücadelesinin geldiği aşama bakımından sorgulanması gereken önemli halkalar ortaya çıkmış bulunuyor. Bunun en önemli yanı da, kadının toplumsal mücadelede kendisine özgü yürüttüğü mücadele araçlarını ve örgütlenme modellerini yaratmasıdır.
Kadın özgürleşme eylemi, aynı zamanda bilinç oluşturma eylemedir. Bu bakımdan kadın kendisini var ederken aynı zamanda özgür toplumu yaratma mücadelesini sürdürmektedir.
Bunun için çok yönlü mücadele ve örgütlenme gereklidir. Birbirine bağlı iki nokta önemlidir: Özgürlük ve Özerklik. Bu ikisi başarıldığında kadının toplumsal eylemi bütün toplumu değiştirmede etkili olacaktır.
[email protected]
Kadınların eşitlik ve özgürlük sorunları toplumsal ve ideolojik bir sorundur. Özgürlüğün özerkleştirilmesi ise politik-örgütsel bir sorundur. Bunun başarılması bir bakıma kadının toplumsal devrimini başarmasıdır. Komünist kadınlar bu tarihsel rolü oynamalıdırlar.

1608040cookie-checkDoğa ile kadın arasındaki diyalektik bağ

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.