Şair Enver Gökçe “Ölüm adın kalleş olsun” diyor. Cemal Süreya da “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. / Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir… / Üstü kalsın…” diye yazıyor…
Ölümden sonra yaşamın olacağına inananlar şaşıracaklar ama hiçbir materyalist ölümden korkmaz. Doğadan gelip doğaya döneceklerini düşünürler. Onların üzüntüsü tıpkı Nazım’ın “Giderayak” şiirinde dediği gibi:
“Giderayak işlerim var bitirilecek / giderayak // Ceylanı kurtardım avcının elinden / ama daha baygın yatar ayılamadı // Kopardım portakalı dalından / ama kabuğu soyulamadı // Oldum yıldızlarla haşır neşir / ama sayısı bir tamam sayılamadı // Kuyudan çektim suyu / ama bardaklara konulamadı // Güller dizildi tepsiye / ama taştan fincan oyulamadı // Sevdalara doyulamadı // Giderayak işlerim var bitirilecek / giderayak…”
Dostum, arkadaşım, kalemdaşım Metin Şenergüç’ü 15 Aralık Cumartesi (2018) en verimli döneminde henüz 58’indeyken yitirdik. Sevgili Metin, bir babanın en iyi mirası olabilecek “Onurlu, mücadeleci ve eyvallahsız bir yaşam öyküsü”nü 8 yaşındaki oğlu Efe’ye bıraktı…
Metin çok iyi bir ressam ve olaylara resimdeki gibi çok boyutlu ve farklı açılardan bakmayı başaran entelektüel bir aydındı. Her haliyle gerçek bir sosyalistti. Son nefesine kadar da uzlaşmaz bir sosyalist ve ateist olarak kaldı. Mütevazi, sessiz ve sakin bir kişiliği vardı. Dost çemberini dar tutar, her şeyin de azıyla yetinirdi. Hiçbir zaman paranın gölgesi onun üzerine düşmedi.
Yaşamı boyunca kuytuluklarda çiçek açmayı başaran dostum Metin’in yaşam öyküsü ise tam tersine Hollywood filmine konu olacak kadar fırtınalıydı.
“Yaşamımın başlangıç noktası” dediği politikayla lisenin son yıllarında tanışan Metin, TKP davasından 2 yıl yattığı cezaevi yaşamında üniversite sınavına girer, 12 Eylül darbesini koğuşunda karşılar. Cezaevinden tahliye olduktan sonra tekrar tutuklanacağını anlayınca kaçak yollarla Yunanistan’a geçer.
Metin’in sürgün yaşamı başlamıştır artık… Bir ara Brüksel’de de yaşayan Metin, üniversite okumak için 1990’da Londra’ya gelir ve sığınma ister. Hackney ve Haringey’i mesken edinen dostum, pek çok kurs sonrası 1994’de Camberwell School of Art’ın Güzel Sanatlar Resim bölümüne girer ve 1998’de de mastır için St. Martins School of Art’a başlar ve iki yıl sonra da mezun olur.
Çocukluk yıllarında ressam ya da mimar olma hayalini fırtınalı ve sürgün politik yaşamına rağmen gerçekleştiren Metin, “Politikanın yanında ikinci bir element daha eklendi. Sanat da yaşamımı belirlemeye başladı, iki ayağım üzerinde yükseldim” demişti.
Açık Gazete’nin de içinde bulunduğu bazı demokrat medyada köşe yazan dostum, “Bazen okuyup yazıyorum, sonra geri çekilip resim yapmaya başlıyorum. Yazmak da yaratıcı sürecin bir parçası benim için” yorumunu yapmıştı.
Aydın Çubukçu’nun dediği gibi devrimciler; sadece insanca yaşamak, doğayı ve hayvanları korumak gibi masum bir istekle kararlı ve cesaretli duruşu olanlardır. Metin ile siyasi olarak çok farklı düşünsek de ortak paydamız masumiyetti. Metin hücresinden sürgün yaşamına, fırçasından kalemine kadar masumiyetini hiçbir zaman yitirmedi.
Metin’i önümüzdeki günlerde “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” diyen Efes’li filozof Heraklitos’un yaşadığı topraklara emanet edeceğiz.
Yaşamın döngüsüne isyanımız yok. İsyanımız yalnızca; kabuğu soyulamayan portakala, “üstü kalsın”a, velhasılı o kalleşliğe…