Erdoğan merkezli iktidar savaşı

ERDOĞAN MERKEZLİ AKP İLE GÜLEN CEMAATİ’NİN İKTİDAR SAVAŞI

AKP ile Gülen Cemaati arasındaki iktidar rekabeti, beklenilenin çok ötesinde bir çatışmaya dönüşmüş durumda. Dershanelerle başlayan, 2004 tarihli MGK’nın Gülen Cemaati’ni fişleme kararıyla devam eden tartışmanın çok ötesine geçen ve esasen sistem içindeki güç ilişkilerini kontrol etme noktasına evirilen savaş, bundan sonraki bütün politik süreçler üzerinde etkili olacaktır.

Önümüzdeki iki yılı belirleyecek bir rekabet

Sistemin İslamcılaştırılmasından çok önemli kazanımlar elde edilmesine rağmen henüz finale gelinmediği sıklıkla vurgulanıyor. TC’nin 100. kuruluş yılında ‘İslami Cumhuriyet’in ilan edilmesinin hedeflendiğine dair bir plan var. Bu bakımdan, İslamcı politik güçlerin, cemaatlerin ve İslamcı sivil toplum örgütlerinin önemli bir kısmı iki temel güç arasındaki iktidar rekabetinden oldukça tedirgin oldular. Bunun çok erken olduğu ve mevcut kazanımların yok olma tehlikesi taşıdığına dair ilanlar vermeye başladılar. İktidarda güç olmak, sistemi ele geçirerek tek hâkimi olmak, çatışmaları zorunlu kılar. Sistem içerisinde oluşan dengeler varlığını sürekli devam ettiremez, birinin aleyhine değişmesi kaçınılmaz hale gelir.

Özellikle seçimler sürecine denk gelen bugünkü iktidar savaşı, hem Türkiye’nin iç politik dengelerinin yeniden dizayn edilmesiyle ve küresel güçlerin Türkiye’ye yönelik izleyecekleri politikalarla doğrudan ilişkilidir. Bu iktidar rekabeti, önümüzdeki iki yıl içinde Türkiye’nin bölgesel konumlanışını da etkileyecek düzeydedir. Bu bakımdan Erdoğan-Gülen çatışmasının politik arka planı çok daha derindir.

O gömlek hiç çıkmadı

Erdoğan, hiçbir zaman Erbakan’ın ‘Milli Görüş’ gömleğini çıkarmadı ve ordunun politik gücü zayıflayıp kendi gücünü arttırdıkça, bunu çok daha ön plana çıkarttı. Milli Görüş’ün en önemli stratejisi bölgede ‘İslam Birliğini’ kurma politikasıydı. Bunu bütünlüklü olarak uygulamak için AB sürecini bir kenara bırakarak İslam dünyasına yöneldi. Önce ABD’nin de aktif olarak desteklediği ‘Sünni İslam’ın’ bölgedeki zaferine inandı ve bunun liderliğine soyundu. Libya, Tunus, Mısır, Suriye, İran gibi ülkelerle ilişkilerine bu bakış açısı yön verdi. Ancak bu konuda tam bir başarısızlık örneği sergiledi ve sıfırlanan bir bölgesel politikayla karşı karşıya kaldı. Yapabildiği tek şey hareket halindeki Arap sermayesini ülkeye çekmesi oldu. Öyle ki, Mısır’da darbecileri destekleme konusunda yakın dostu Katar ve S.Arabistan ile dahi çatışmaya girişti ve yalnızlaştı. Türkiye’nin, küresel güçlerin bir ittifak içerisinde oluşturmaya çalıştığı ‘yeni’ Ortadoğu projesinin dışında kalması, özellikle Milli Görüş geleneğini temsil eden AKP’nin izlediği bölgesel İslam politikasının iflası anlamına geliyor. Ortadoğu’da yalnızlaşan bir Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde de çok ciddi sorunlar yaşayacağı ve bunun da iç politik denklemini önemli oranda etkileyeceği biliniyor. Bu bakımdan içte güçlü görünen AKP’nin aynı zamanda bir kırılma noktası olduğu da giderek belirginleşiyor.

Cemaat ABD çizgisine daha uyumlu

Gülen Cemaati ise AKP’nin uyguladığı bölgesel politikalara karşı sürekli mesafeli oldu ve eleştirel yaklaştı. AKP’den biraz daha farklı olarak ABD’nin bölgesel stratejisine daha uyumlu bir politik izliyor. İsrail ile olan ilişkilerde, AKP’nin politikalarının dışında kaldı ve eleştirel yaklaştı. Suriye konusunda oldukça temkinli davrandı ve El Kaide gibi İsrail için sorunlu olabilecek İslamcı grupların desteklenmesinin hata olacağı belirtti. Mısır’da askeri darbeye karşı Erdoğan’ın çıkışını yanlış görerek dolaylı uyarılar yaptı. Bir bakıma ABD’nin değişen politikalarına çok daha fazla uyum sağlayan Gülen Cemaati’nin uluslararası desteği devam ediyor.

Küresel sermayenin Türkiye ile ilişkilerinde belirgin bir kırılma yaşanıyor. Ekonomik gelişmenin beklenilenin çok gerisinde kaldığına dair önemli veriler ortaya çıkmış bulunuyor. Arap sermayesinin Türkiye’ye yönlendirilmesi ekonomide nispi bir canlanma yaratmıştı fakat bu süreç fiilen son ermiş bulunuyor. Bu bakımdan ülke ekonomisindeki büyüme hızının yüzde 2’ler civarında seyretmesi, hareket halindeki sermayenin ülkeye akışında ciddi bir düşüş yaşaması, ekonomik gelişmenin kırılganlığı bakımından bize bir fikir veriyor. Ayrıca küresel sermayenin Erdoğan’a ve AKP’ye yönelik eleştirilerinin artmış olması, önümüzdeki sürecin iç politik gelişmelerini etkileyecektir. Dış politikanın en önemli halkasını oluşturan askeri ilişkilerde meydana gelmeye başlayan değişiklikler de bugünkü sürecin arka plan faktörlerinden biridir. AKP’nin giderek Rusya ve Çin’e yönelme isteği, NATO’yu çok ciddi oranda rahatsız etti ve hatta bunu ‘ihanet’ olarak gören NATO yöneticileri var. Gülen Cemaati ise bu tür ilişkilere konjonktürel yaklaşıyor ve NATO eksenli askeri politikaları desteklemeye devam ediyor.

Burada ortaya çıkan tablo, bölgesel ve uluslararası gücü zayıflayan bir Erdoğan-AKP ile tersten dengeler politikasını başarılı bir şekilde uygulayan, uluslararası güçlerin desteğini arkasında hisseden Gülen Cemaati var. Bu bakımdan AKP-Cemaat çatışması esasen küresel güçlerin Türkiye’ye yönelik izlemiş oldukları politikaların bir yansımasıdır. Bu reel durum görülmeden iç politikadaki çatışmanın boyutu analiz edilemez.

Alternatif aranırken, alternatifsiz kalmak için

Erdoğan, uluslararası dengelerin kendi aleyhine geliştiğini görüyor ve olası olumsuzluklara karşı iç politikadaki gücünü arttırarak ‘yeni’ bir denge kurmak istiyor. Bunun en önemli halkası da sistemin politik yapısında ve devlet kurumlarında alternatifsiz bir güç olmaktır. Bugünkü iç politik ilişkilerde kendisine tek rakip gücün Gülen Cemaati olduğunu biliyor. İslamcı sistem içerisinde ikili iktidar durumunun güç ilişkileri bakımından uzun bir süre devam etmesi mümkün görünmüyor. Erdoğan’ın, Cemaati kast ederek “Ne istedin de vermedik!” açıklamasından sonra, AKP’ye destek çıkan birçok İslamcı yazarın, “Emniyeti aldın, yargıyı aldın, ekonomiyi aldın, basını aldın, daha ne istiyorsun!” söylemi, aslında Cemaat’in devlet içindeki gücünü gösteriyor. Bu süreci bütünlüklü olarak kendi lehine çevirebilmek için acele eden Erdoğan, Cemaat’e karşı iç politikada ciddi hamleler yapmaya başladı. Önce emniyet ve yargı içindeki gücüne belirli bir darbe vurdu, şimdi toplumla olan sosyal ağlarını kesmeye yöneldi, daha sonra ekonomik ağlarını sınırlayacak. Böylelikle, Cemaat’i iç politikayı etkileyen ve sistemi yönlendiren bir güç olmaktan çıkarmak istiyor. Cemaat’in de, Erdoğan’ın hamlelerine karşı, çok daha üst düzeyde direnebileceğine dair çok sayıda veri ortaya çıkmış bulunuyor.

Erdoğan sermayeyle, askerlerle ve milliyetçilerle barışabilir

İkili iktidar çatışması, Türkiye’nin iç politik dengeleri içerisinde ittifak ilişkilerini yeniden değiştirebilir. Özellikle Erdoğan birkaç yönde hamle yapabilir. Daha önce çatışmalı olduğu, İstanbul merkezli sermayeyle yeniden barışabilir. Böylelikle hem küresel sermayeden gelebilecek olası saldırıları minimuma indirmek, hem de daha güçlü bir profil çizmek istiyor. Ordu ile ilişkileri yeniden düzenleyerek, bu alanda gelebilecek olası saldırıları aşıp Gülen Cemaati’ne karşı ortak bir tutum belirleyebilir. Ordu ile barışmanın yolunun da, içerdeki generallerin serbest bırakılmasından geçtiğini biliyor. Böylesi bir hamle sürpriz sayılmayacağı gibi bu operasyonların sorumlusunun Gülen olduğu kanısını çok daha fazla güçlendirecektir. Kürt politikasında, eski çizgiye yani tasfiyeci ve milliyetçi bir çizgiye yeniden yönelebilir. Böylelikle hem MHP, hem de ulusalcı kesimleri etkileme politikası izleyebilir.

MİT ile birlikte devlet kurumlarını esasen kontrol eden Erdoğan’ın nispeten bir adım önde olduğu görülse de, bunun tek başına yeterli olmayacağı açıktır. Cemaat’in de sadece devlet içindeki kurumsallaşmasıyla değil aynı zamanda ekonomik, sosyal, politik ve medya alanında önemli olanaklara sahip olduğu biliniyor. Gülen, genel politika olarak hiçbir güçle doğrudan çatışma halinde olmaz, dönemsel dengelere göre politika belirler. Uluslararası sermaye ile olan ilişkilerini süreklileştireceği gibi onların oluşturacağı bölgesel politikalarla uyumlu bir çizgide yürüyerek, güç dengesinin kendisinden yana olmasını sağlamaya devam edecektir. Erdoğan’ın tek kişilik egemenliğine karşı daha çok demokrasi söylemini ön plana çıkartarak liberallerin desteğini arkasına alabilir. PKK’siz bir çözümü ön plana çıkartarak ‘ana dilde eğitim hakkı’ gibi talepleri daha aktif olarak destekleyebilir. Demokratik bir anayasada ısrar ederek AB’nin desteğini sürdürmeye dikkat edecektir. Başkanlık sistemine karşı çıkarak ulusalcılara da mesaj vermeye devam edebilir. Elindeki medya gücüyle Erdoğan’a yönelik psikolojik savaşı derinleştirebilir.

Erdoğan’a şamar tehdidi

Çelişki ve çatışmalardan ustaca yararlanan Cemaat, AKP’yi doğrudan karşısına almayacaktır, başka bir gücü de aktif olarak desteklemeyecektir. Ancak bu süreçte AKP’yi bütünlüklü olarak yok etmek yerine birkaç şamar vurmayı planlıyor. Örneğin İstanbul’da AKP’yi desteklemeyerek kaybetmesinde rol alabilir. CHP adayı olarak ön plana çıkan M. Sarıgül’ü de açıktan desteklemez ama yönlendirme yapabilir. Eğer İstanbul’da AKP yara alırsa, iç politikada ciddi bir darbe almış olur ve Erdoğan’ın tek güç olma planları altüst olur.

Bugünkü dengeler dikkate alındığında her iki taraf, kılıçları çekerek muharebe yapmaktan çok, bunu sistem içindeki güçlerini kullanarak yapacaklardır. Bu mücadele özellikle çıkarlar üzerine kurulmuş ilişkiler, kasetler gibi kirli yöntemlerle devam edecek gibi görünüyor. Gülen Cemaati’ne bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) tarafından kamuoyuna yapılan açıklamada kirli yöntemlerin kullanılacağı aslında fiilen deklare etti: “Önceki seçimler arifesinde denenmiş olan özel hayatın mahremiyetini ihlal edici ahlak dışı metot ve girişimlerin, tekrar denenebileceğine dair endişe verici işaretler görülmektedir…” Böylelikle olası kasetler savaşının sorumlusunun Cemaat olmayacağının mesajını veriyor.

“Üst düzey AKP’linin ayıbını biliyorum”

İki taraf da birbirine şantaj yapmaya devam edecek. Gülen de, 7 Aralık 2013 tarihinde www.herkul.org sitesinde yayımlanan videosunda, ismini vermediği ama bugün devletin en üst kademelerinden birinde yer aldığını ima ettiği biri hakkında şunları söylüyor. “Aklıma gelmişken arz edeyim, bir büyük zat bir dönemde senelerce evvel, bana bir akşamüstü telefon geldi. Burada akşamda Türkiye’de gece yarısıydı zannediyorum, belki o bile geçmişti. Dediler ki nefsine uyarak bir yerde, bir tane alufteyle [fahişe; e.n] buluşmaya gidiyor ve aynı zamanda birilerin komplosu da söz konusu olabilir orada, Allah’a yemin ederim gece yarısıydı. Türkiye’de onu tanıyan arkadaşa telefon ettim kalk dedim gece yarısı deme, evine koş git, oraya gitmezsen katiyen hem kendisi o masiyete girmesin hem bir komplo meselesiyse şayet günümüzde geldiği noktaya gelemezdi, gelmez dedim. O mevzudaki telefon sabit ve o mevzuda kendisine ricada bulunduğum zat hala hayatta, ama ben bugüne kadar meseleyi kimseye açmadım, bize düşen şey odur, ayıbını yüzüne vurmama ama belki de öyle birisi benim öyle bir ayıbını bildiğimden dolayı, şimdilerden homurdanıyorsa şayet, keşke bu ayıbı bilen bu insan nalları dikse de gitse de ayıbımı bilen biri olmazsa benim…”

“Bildiklerimi açıklarsam yer yerinden oynar”

Erdoğan da cemaati tehdit ederek: “Bakın buradan açık söylüyorum. Bu kampanyayı yürütenler içeride ve dışarıda eğer bunları biz açıklamaya başlarsak ülkemizde yer yerinden oynar onu da söyleyeyim.” Bir Başbakan’ın gizlediği ve söylemediği ama “yer yerinden oynayacak” kadar ciddi olan nedir? Erdoğan’ın, elindeki bu çok gizli bilgiyi devlet kurumlarıyla paylaşıp bir adım atmaması ayrıca dikkat çekici bir durum.

Erdoğan merkezli AKP ile Gülen Cemaati arasındaki iktidar çatışması çok boyutludur ve sonuçları da tahmin edilenden çok daha derin olacaktır. Hem uluslararası ve bölgesel ilişkiler, hem de iç politika bakımından çok yönlü sonuçlarla karşılaşabileceğimiz bir sürecin içine girmiş bulunuyoruz.

_______________________

[email protected]

1608350cookie-checkErdoğan merkezli iktidar savaşı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.