Geçmişten koptuk mu?

Latin harflerini kullanmaya başlayınca eski kültür kaynaklarımızdan koptuk yalanını söylemekten bıkmadılar. Eski yazı yasak olmadığına göre, eski kaynaklara da eski yazıyla ulaşılacağına göre bu bir zorunlu kopuştan çok bir tembellik kopuşudur. Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde okuyanlar eski yazı öğrenmek zorunda değiller mi? Bu zorunluluk ilahiyat okuyanlar için de geçerli değil mi? Başka nedenlerle eski yazı öğrenenlerin sayısı da az değildir. Pekiyi eski yazı bilen binlerce kişi eski kaynaklara yönelme konusunda istekli midir? Öyle olsaydı elimizde dünden bugüne aktarılmış yüzlerce yapıt olurdu. Eski yazı bilen kimseler Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in başlarında yayımlanmış olan gazeteleri tarasalar yeter. Yakın geçmişin aydınlatılmasında bu tür çalışmaların kültürümüze çok büyük bir katkısı olacaktır.

Her alanda gördüğümüz uyuşukluk bu alanda da geçerlidir. Söze gelince dilimiz pabuç gibi. Latin harflerinin benimsenmesi koca bir kültürü yok etmişmiş. Bundan böyle o kaynaklar unutulup kalacakmış. Bugüne aldırmayan geleceği umursamayan adamın geçmişle ne gibi bir bağı olabilir. Geçmişimiz geçmişimiz diye ötenlerin kaçı örneğin bir Fuzuli divanını bir kere olsun baştan sona okumuştur? Bu insanların bir divan şiiri beğenisinden de yoksun olup olmadıklarını bilmiyoruz. Divan şiirinin en güzel örnekleri unutulup gitti. Genç insanlar o beğeniyi yazık ki alamadılar, onların bizim edebiyat öğretmenlerimiz gibi öğretmenleri yoktu. Bugünün edebiyat öğretmenleri divan edebiyatıyla ilgili olarak genç insanlara ancak şiir kalıplarını ezberletmekle yetineceklerdir. Örneğin Nev’i’nin şu gazelini tadına vara vara okuyacak kaç kişi vardır: “Cam-i safa gerekmez dünya-yi dûn elinden / Merdaneler şikarı almaz zebun elinden // Dil safhasında baktım etrafı cümle meşruh / Bildim bir nüsha çıkmış bir zufünun elinden // Kef kef geçer denizler aşk ile muztarip hal / Dağlar şikayet eyler sabr ü sükun elinden // Gam çekme cam-i merki yeksan sunar zamane / Ol zehri Cem de çekmiş gerdun-i dûn elinden // Ehl-i safa dilinden bir şi’r dedi Nev’i / Geh şükr ü geh şikayet aşk ü cünun elinden”.

Latin harfleri geldi eski kaynaklar bitti sözünün gerçeği karşılamadığını Nev’i’nin bu satırları bize pek güzel anlatıyor. Eski yazıyla yeni yazı arasında aşılmaz duvarlar bulunduğu düşüncesi gerçeğe de mantığa da aykırıdır. Konuyu çeviriyle yani bir dilden bir başka dile söz aktarmakla karıştırmamak gerekir. Harflerin değişmesi işaretlerin değişmesidir. Eski işaretlerle yeni işaretlerin birbirlerini tam olarak karşılamıyor olması çok önemli değildir. Dil yazıdan önce söz’dür. Yazı kabuktur, önemli olan dildir. Dil ruhsal bir olgudur. Dilin ruhsal bir olgu olması bilinçlerin dönüşmesiyle dönüşen bir canlı yapı olması anlamına gelir. Düşünceyi üreten bilinçtir: bilinç ne nitelikteyse düşünce o niteliktedir. Bilinç yaşamla dönüşür. Yaşamın dönüşmesinde elbet düşüncenin de büyük etkisi olduğu tartışma götürmez.

Tembelliklerimize özür bulmakta usta olduğumuz gibi tembelliklerimizin üstünü örtmekte de ustayız. Bugünün edebiyata merak salmış gençleri, bırakalım eski edebiyatı, kırk elli yıl öncesinin yapıtlarını bile umursamıyorlar. Televizyonda bazı gençlerin gelenekçi bilge havalarında edebiyat üzerine söyleşmelerini izlerken gülmemi tutamıyorum. Birkaç genç bir araya geliyor ve hem eski hem yeni edebiyata bihakkın vakıf insanlar görünümünde boş sözler üretiyorlar. Bu toplumun öğrenmeden bilmek gibi bir alışkanlığı var. Felsefeyi de bu yok etti, edebiyatı da bu gürültüye götürdü, siyaseti de bu tüketti, yaşamı da bu zorluyor. Ahlakın terbiyenin canına okuyan da budur.

İyi eğitilmiyoruz, bu yüzden kültür dünyasıyla ilgilerimiz sınırlı. Yok efendim yazı değişmiş de kendi kaynaklarımızla bağımız kopuvermiş. Hangi kaynaklarla bağımız var ki? Beethoven dinlememiş, Dostoyevski okumamış, Shakespeare’den habersiz, Montaigne’in adını duymamış, Fuzuli’yi gerçekten fuzuli sayan kişi bakıyorsunuz harıl harıl edebiyat üretiyor. O yüzden kimse yazdıklarını kolay kolay topluma ulaştıramıyor. Genç arkadaşlarıma, bu arada gelenekçi bilge kardeşlerime Şeyhi’nin şu gazelini sunuyorum: “Ne haber verdi saba zülf-i perişanın içün / Ki benefşe kara yaslu görünür anın içün // Ne için baş açar ü el götürür serv ü çenar / Ki dua eyleyeler kadd-i hıramanın içün // Gün yüzünü göricek ruşen olur butlanı / Her ne vech eydür isem şol meh-i tabanın içün // Lale çak etti yüzün gül yanağın reşginden / Gonce hak etti kaba lal-i dürefşanın içün // Dür ü gevher saçılır nazik ü ter söz yazılır / Şeyhi inşa kılacak şol leb ü dendanın içün”.

645310cookie-checkGeçmişten koptuk mu?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.