Heykel misyoneri Maria…

Bir Bulgar gazeteci onu şöyle tarif etmiş yazısında:

“Uzun boylu, albenili, bohem ruhlu, bulaşıcı gülüşü, elinde sigarasi ve şarap kadehiyle, hiç bir çerçeveye sığmayacak kadar kendisi, asi ve özgür sarışın bir Bulgar kadını”

Evet gazetecinin sözünü ettiği kadın, bugün bir heykeltraş… Hem de ünlü bir sanatcı.

Adı Maria Dimitrova Kılıçlıoğlu…

Babası da ünlü bir heykeltraşmış. Bulgaristan’da trafik kazasında kaybetmiş babası Dimitir Dimov’u.

Aslında yaşam öyküsü Sofya’ya uzanıyor Maria’nın. 1958’de bu kentte doğmuş. 19 yaşındayken, Sofya Türk Konsolosluğu mimarı Taner Vaizoğlu ile evlenmiş.

1978’de Istanbul Fındıklı’da Güzel Sanatlar Akademisinda okumaya başlamış ve burdan tekstilci olarak mezun olmuş.

Maria’nın yaşamında ilk’ler çok önemli…

Çok önemli çünkü yaşam rotasında yaşadığı ilk’ler ona yön vermiş.

Maria, okulu bitirip tekstilci olduğu sırada babası ölüyor Maria’nın. Ölüm acısı henüz tazeliğini korurken bir gece rüyasında gördüğü babası ondan alçı istiyor. Bayağı, bildiğimiz alçılardan yani. “Ne yapacaksın” diye soruyor babasına. Dimitir Dimov da “Askerler istiyor” diyor.

Maria’nın babası heykeltraş. Komünist yönetim sırasında partinin ve komünistlerin ünlülerinin portrelerini heykellerini yapmış biri.

Bu rüyasından sonra Maria heykelle uğraşmaya başlıyor. Babasının işaret ettiği ve alçının çağrıştırdığı heykel sanatına yöneliyor. Bu misyonu üstleniyor..

Sanata adeta kendini adıyor.

Türkiye’de yaşamını sürdüren Maria,1989’da ilk sergisini Hobi Sanat Galerisi’nde açıyor. Büyük ilgi ve beğeni alıyor. O zaman eleştirmen Sezer Tansug Maria için çok anlamlı ve destekeyici bir yazı yazıyor.

Bu da Maria’yı fazlasıyla motive ediyor.

“Bu dönemi gözden geçirirsek heykel sanatı bilinmiyen bir noktada durmaktaydı. Ben bunu bilincine o zaman vardım ve bu alanda bir misyoner gibi çalışmaya karar verdim” diyor Maria.

Nitekim yıllar yılı çalışıyor.

Heykel sanatı erkeklerin egemenlik alanı imiş gibi, kadınlar heykeltraş olamazlarmış gibi takıntılı dönemlerde, büyük güçlükler yaşıyor. Türkiye’de neyse de, Avrupa’nun pek çok ülkesinde, hatta Fransa’da dahi aynı paranoyayı sürdüren erkek heykeltraşların varlığı ve ayrımcılığı ne kadar katı olursa olsun, bu tutum onu yolundan döndürmüyor.

Gecesini gündüzüne katıyor. Çalışıyor, daha çalışıyor. Üretiyor da üretiyor.

Bu arada Sabah Gazetesi’nin ünlü sahiplerinden Sefa Kılıçlıoğlu ailesine gelin gidiyor. Yani ikinci evlilik ile Maria Dimitrova Kılıçlıoğlu oluyor. Bu da bir Türkiye’de yaşadığı bir başka “ilk”

Maria’nın heykel üretimi evliliği ile birlikte daha da artıyor.

Doğurmuyor ama her gün ortaya çıkardığı heykelleri çocuğu gibi görüyor. Doğum yaparcasına. Uzun süren sancılar ve doğum..

“Bugün arkamda 70 kişisel sergi, 400’den fazla karma sergim var” diyor Maria.. .

Doğurdukları ortada açıkcası..

Ve ekliyor: “Türkiye’de küçük heykel yapımını başlatan tek kadınım”

Evet, Maria küçük heykellerle, değişik tasarımlarla evlere girmiş…Evlerin her yanında onu bulmak görmek mümkün. Yeterki yaptıklarından alın. Minimal ürünleri evlerin salonlarında, ya da bahçelerin en göze batan köşelerinde.

Maria çok yönlü, çok boyutlu ve ruhu ile sanatını yaşayan bir kadın.

Üçüncü evliliğini sanattan anlayan Yahşi Baraz’la yaparak bir başka “ilk”e daha imza atmış.

Bir diğer “ilk” ise 2007 yılında yayınlanan Maria adlı kitabıyla ilgili.

Bunu da kendinden dinleyelim:

“Kitabm hazırlanırken çok sıkıntılı günler yaşıyordum. Gerilimli gnlerin bir gecesinde rüyamda babamı gördüm. Babam elindeki bir kitapla bana doğru geliyordu. Kaideye benzeyen bir şey üzerine kitabı bıraktı ve 29 sayfayı açmamı istedi. Şaşırdım ama anlam veremedim.

Kitabımın çıkmasına on gün kala yazarım aradı ve Asurlular hakkında araştırmaları bulunan İranli bir müellifin yazılarında Asurluların dört Tanrıçalı kentleri olduğunu okumuş. Bu dört Tanrıçadan birinin adı Mala imiş. Üsteli Mala gizler-sırlar Tanrıçasıymış. Hemen bu Tanrıçanın heykelini yaptım. Babamdan bana kalan tek mirasım olan iki adet Akvamarin taşını Tanrıçanın göz boşluklarına yerleştirdim. Bu heykelin fotoğrafı kitabımın kapağı oldu.. Hikayesi de kitabımın 29. sayfasında.
Burdan sunu anladım: Ben yeni bir şey yaratmıyorum. Sadece anımsıyorum. Durmadan hatırlıyorum. Herşeyin planlanmış olduğunun bilincindeyim. Bizler sadece aracıyız hepsi bu. Ben atalarımdan bana miras kalan yaşanmışlıkların bilincinde, onları canlandırmak istiyorum. Efsanelerdeki işaretleri alarak onun peşinden gidiyorum. Ve dolayısıyla ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorum.”

Evet, Maria için son yaşanan “ilk”. bu.

Daha başka “ilk”ler yaşayacak mı bilemeyiz ama rüyadan gelen “Gizlilik Tanrıçası Mala”, Maria için çok yüce bir duygu. Üstelik babasının kendisine bıraktığı Akvamarin taşları bu heykelin gözlerinde yaşayacak artık.

Maria yine “ilk”lerin peşinde koşacak.

Yeni heykellerin…Yeni eserlerin. Yeni sergilerin.

Özetle yeni doğumlara gebe kalacak yaşadığı sürece…

Ama yolun başındayken soydaşı Bulgar gazetecinin kendisi hakkında yazdıkları geçerliliğini hala koruyacak gaiba:

“Uzun boylu, albenili, bohem ruhlu, bulaşıcı gülüşü, elinde sigarasi ve şarap kadehiyle, hiç bir çerçeveye sığmayacak kadar kendisi, asi ve özgür sarışın bir Bulgar kadını”

1626310cookie-checkHeykel misyoneri Maria…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.