Hititler bu anıtla bize ne anlatmaya çalıştılar

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Hitit kralı Tuthaliya döneminde, bundan tam 33 asır önce inşa edilen Eflatunpınar su anıtı, bugünün Anadolu insanına suyun değerini anlatan bir vasiyet mektubu gibi varlığını sürdürüyor…
 
Türkiye su kısıtı çeken ülkeler kategorisinden, su fakiri ülkeler kategorisine doğru hızla ilerliyor. Son 60 yılda sulak alanlarının 1 milyon 300 bin hektarlık kısmını kaybeden Türkiye, kuraklık tehdidi altındaki ülkelerin başında geliyor. Ancak son 15 yılda tarımdan içme suyuna suyun ticarileştirilmesi için ardı ardında yasal düzenlemeler çıkartan Türkiye, enerji üretimi gerekçesiyle yapılan su kullanım hakkı anlaşmalarıyla bir çok tatlı su kaynağını şirketlerin kullanımına sundu. Kirlilik ve kötü kullanım yüzünden birçok nehir, göl ve delta yok olma tehdidiyle karşı karşıya. Anadolu’nun ilk büyük imparatorluğu olan Hititlerin su konusunda gösterdiği özeni yansıtan anıtsal yapılardan biri olan Konya Beyşehir’deki Eflatunpınar anıtı, yaklaşık 3 bin 300 yıl öncesinden bugüne yazılmış uyarı mektubu niteliğinde. Suyu kirletenleri ağır cezalara çarptıran Hititlerin coğrafyasını paylaşan Türkiye her yıl 2 Şubat’ta kutlanan Dünya Sulak Alanlar Günü’ne buruk giriyor.
 
ANADOLU’NUN SU HAVZALARI BİRÇOK KÜLTÜRÜ DOĞURDU
Türkiye sahip olduğu 26 ana su havzasıyla binlerce yıldır yeryüzünün en önemli yaşam alanlarını barındırıyor. Tarım devriminden kentleşmeye insanlık tarihinin en önemli evrelerine ev sahipliği yapan Anadolu’nun su havzaları, birçok kültürün doğmasın sağladı. Dicle, Fırat, Kızılırmak, Menderes, Sakarya, Köprüçay, Seyhan, Ceyhan, Göksu, Asi, Aras gibi belli başlı nehirler, su havzalarından biriktirdiği bereketle Anadolu coğrafyasına yaşam taşıdı durdu. Sulak alanların yeryüzüne sunduğu yararların ekonomik karşılığı yıllık 30 trilyon doların üzerinde.  Yalnızca insanın değil, tüm canlıların yaşamı için vazgeçilmez olan sulak alanlarımızı ne yazık ki hızla yitirmeye başladık. Türkiye’nin son 6 yıl içinde kaybettiği sulak alan miktarı 1.3 milyon hektar civarında. Bu oran, Van Gölü’nün neredeyse üç katı büyüklüğünde. 
KUTSAL ÇEŞMELERDEN DAMACANAYA İNDİRGENEN SU KÜLTÜRÜ
1990’ların başında yaşamımıza girmeye başlayan pet şişelerdeki ticarileşmiş ve ‘hapsedilmiş’ sular, ‘su’ denildiğinde son iki kuşağın aklına ilk gelen görüntü oldu. 1990’dan sonra doğan kentlilerin büyük çoğunluğu çeşmelerden ya da doğal kaynaklardan su içildiğini bilmiyor. Hititler’den Roma’ya, Bizans’tan Selçuklu’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bu topraklar üzerinde dünyanın en görkemli su kültürünü yaratan insanların torunları, suyu sadece plastik şişeden tanıyor. Su tapınaklarından tanrısal çeşmelere, görkemli su kanallarından benzersiz hamamlara su kültürünün destanlaştığı Anadolu’nun kültür tarihinden bugüne bakıldığında binlerce yıl geriye gidildiğini söylemek hiç de abartılı olmaz. Buzdolabı kapağındaki magnetten telefonuna ulaşıp aranan tüpçünün getirdiği damacanayla kurulan ilişkinin su kültüründeki karşılığı uzun uzun düşünmeyi gerekli kılıyor.
İNSANLIK SU HAKKINI HİÇ SAVAŞ VERMEDEN KAYBETTİ
Evrensel bir insan hakkı olan ‘Su Hakkı’, son 20 yılda tüm insanlığın elinden sessiz sedasız alındı. Yaşamın temel kaynağı olan suyun bir avuç şirketin denetimine verilerek ticarileştirilmesi, bir kaç direnişi saymazsak binlerce yıllık insanlık tarihinin en dirençsiz hak gasplarından birine dönüştü. En az seçme seçilme, eğitim ve serbest dolaşım hakkı kadar önemli olan su hakkının insanlığın elinden bu kadar kolaylıkla alınması, vahşi kapitalizmin yürüttüğü ikiyüzlü halka ilişkiler politikasının doğal bir sonucu oldu. Eline tutuşturulan plastik su şişesiyle ikna edilen toplumlar, kendilerini yönetenlerden temiz ve sağlıklı içme suyuna erişim hakkının hesabını sormak yerine pet şişelerin biçimleriyle ilgili itiraz üretmekle yetindiler.
SİYASİ MÜLKECİLERE SU MÜLTECİLERİ DE EKLENDİ
Bugünün dünyasında 1 milyar civarında insan temiz ve sağlıklı içme suyuna erişim sorunu yaşıyor. Her yıl yaklaşık 3,5 milyon insan ise temiz suya erişemediği için yaşamını yitiriyor. Su mülteciliği kavramı, son yıllarda sık duyulan ‘göç’ tanımlarından biri. Yaşadıkları bölgelerde suya erişim olanağı kalmayan insanlar, su kaynaklarının bulunduğu bölgelere doğru göç ederek ‘su sığınmacısı’na dönüşüyorlar.
SULAK ALANLAR GÜNÜ KUTLAMA DEĞİL YAS GÜNÜ OLDU
Her yıl 2 Şubat tarihinde kutlanan ‘Dünya Sulak Alanlar Günü’, son yıllarda Türkiye’de kutlama değil, adeta yas gününe dönüştü. Yeryüzünün su kaynaklarını korumak ve sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla 2 Şubat 1971’de İran’ın Hazar Gölü kıyısındaki Ramsar kentinde imzalanan ‘Ramsar Sözleşmesi’ne Türkiye 17 Mayıs 1994’te imza koyarak taraf oldu. Ancak 14 sulak alanını Ramsar Sözleşmesi kapsamında koruma sözü veren Türkiye,  bu sözünü gereğince tutamadı. Bu sorun, yalnızca bir iktidar dönemiyle sınırlı değil, son 50-60 yıla yayılan toplumsal bir hastalık olarak acilen çözülmeyi bekliyor.
ENERJİ BAHANESİYLE YAŞAMIN ENERJİSİ YOK EDİLİYOR
Havaalanı, otoyol, fabrika, enerji ve madencilik projeleriyle sulak alanların yok olmasına zemin hazırlanırken, sulak alanları besleyen dere ve nehirlerin üzerlerine yüzlerce gölet ve baraj inşa edildi. İklimsel döngüye göre ve mevsimsel yağışlara göre yapılan tarımsal üretimin yerine, bol su isteyen pancar, ayçiçeği, mısır ve soya gibi ürünler teşvik edildi. Mera hayvancılığının yerine tonlarca su tüketimine neden olan endüstriyel hayvancılık yaygınlaştırıldı. Su kaynaklarının dibinde kurulan termik santraller, yaşam için gerekli olan ve yüzlerce yıl yetecek suyu bir yılda kullanarak ‘enerji’ bahanesiyle yaşamın tüm enerjisini yok etmeye başladı.
KESİCİ: ‘ARTIK SUSUZ YAZ DEĞİL, SUSUZ MEVSİMLER YAŞIYORUZ’
Yaşamını Türkiye’nin gölleri ve sulak alanlarına adamış bilim insanlarından biri olan Yard. Doç. Dr. Erol Kesici, neredeyse 40 yıldır bu alanda bilimsel çalışmalar yürütüyor. Yıllardır da sulak alanların korunması için yetkililere ve kamuoyuna seslenerek uyarılarını sürdüren Kesici’ye göre Türkiye artık sadece ‘susuz yaz’ yaşamıyor, susuz mevsimlerin tam ortasında yaşıyor. Sulu tarım arazilerinin bile kuraklıktan etkilendiğini söyleyen Kesici, tarlaya ekilen buğday tohumlarının çürüdüğü yerler bulunduğuna işaret ediyor.
‘MUSLUKLARI AÇIK BIRAKMAYIN’ UYARISINDAN FAZLASI YAPILMALI
Kuraklığın gıda güvenliği açısından oldukça tehlikeli olduğuna dikkati çeken Kesici, “Her şey suya bağlı. Suya ulaşımın giderek azalması ve buna bağlı hastalıkların çoğalması, gıda fiyatlarındaki artış sosyo-ekonomik gerilimleri de beraberinde getirecek. Sulak alanlardaki yok oluşun nedeni yalnızca küresel ısınma değil, ülkemizdeki doğal su kaynaklarının ve karalarda suyun dolaşımını sağlayan dere ve çayların üzerine yerli yersiz gölet, baraj ve HES’lerin yapılmasıyla, suyu yönetenlerin bilim dışı yaklaşımlarıdır. Suyu yalnızca meta olarak yönetme isteği de bir diğer neden. Türkiye’nin susuzluk konusunda ‘muslukları açık bırakmayın’ uyarısından daha fazla adımlar atması gerekiyor” görüşünü dile getiriyor.
‘PETROLÜN VAR AMA SUYUN ALTERNATİFİ YOK’
Küresel su ihtiyacının 2030 yılına kadar bugünkü seviyesinin yüzde 40 üstüne çıkacağının altını çizen Kesici, BM verilerine göre su kıtlığı yüzünden 2025 yılına kadar 700 milyondan fazla insanın göçe zorlanacağının tahmin edildiğini dile getiriyor. Suyun fabrikalarda üretilmesinin olanaksız olduğunu dile getiren Kesici, Türkiye’de kişi başına 1519 metreküp su düştüğünü belirterek, bu oranın düşme eğiliminde olduğu uyarısında bulundu. Su ve toprağın insanlığın ortak değeri olduğuna vurgu yapan Kesici, insanların bu iki değeri dilediği gibi kullanma ve yönetme hakkına sahip olmadığına işaret ederek, “Teknolojinin ilerlemesine karşın petrolün alternatifi bulundu ancak suyun yerine konulabilecek başka bir madde yok.  Sulak alanların korunması için verilen sözler tutulmalı. Doğaya rağmen kalkınma anlayışı yüzünden insanlık çok acı bedeller ödedi. Artık bedel ödenmesin” çağrısında bulunuyor.
HİTİTLER 33 ASIRLIK SU ANITIYLA BİZE NE ANLATMAK İSTEDİ
Konya’nın Beyşehir ilçesine bağlı Sadıkhacı köyünde bulunan Eflatunpınar su anırtı, Beyşehir Gölü’nü besleyen doğal pınarlardan birinin üzerine Hititler döneminde inşa edilmiş. M.Ö 13. Yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Eflatunpınar anıtının üzerinde fırtına, güneş ve dağ tanrılarıyla kanatlı güneş kursu bulunuyor. Mitolojik figürlerin süslediği anıtta bulunan dağ tanrılarının göbeğinden fışkıran sular, bundan 3 bin 300 yıl kadar önce Anadolu insanının suyun yaşamsal önemine verdiği değeri anlatmayı sürdürüyor. Anadolu’nun ilk merkezi devlet yönetimini kuran Hititlerin tarih sahnesinden silinmesinde savaşların yanı sıra kuraklığın da önemli bir etken olduğu yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya konuluyor. Hitit kralı Tuthaliya döneminde, bundan tam 33 asır önce inşa edilen Eflatunpınar anıtı, bugünün Anadolu insanına suyun değerini anlatan bir vasiyet mektubu gibi varlığını sürdürüyor.
 
2159390cookie-checkHititler bu anıtla bize ne anlatmaya çalıştılar
Önceki haberUrmiye Gölü kan ağlıyor
Sonraki haberTürkiye özür bekledi, Hollanda büyükelçisini resmen geri çekti
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.