Geçen Perşembe akşamı Kuzey Londra Toplum Merkezi’nde Aydın Çubukçu ile Düşünceye Biçim Vermek” başlıklı söyleşiyi izledim. On dört yaşındaki ikiz kızlarım Su ve Defne de kendilerine biraz ağır gelse bile benimle birlikte Aydın Çubukçu’yu dinlediler.
London Alternative Photography Society’nin (LAPS) organize ettiği ve herkese açık olan bu söyleşide Aydın Çubukçu ile düşünceyi aktarma biçimlerinden biri olan görsellik üzerine konuştu.
OHAL tarafından kapatılan efsane dergi Evrensel Kültür’ün genel yayın yönetmeni olan Çubukçu, resim ve soyut resimdeki düşüncenin aktarımını anlatırken, soyut resimlerin daha çarpıcı ve etkili mesajlar taşıyabileceğini örnekleriyle sundu.
Çubukçu, Michelangelo’nun Sistin Kilisesi’nin tavanındaki “Adem’in yaradılışı” eserinden, Picasso’nun soyut resimlerine pek çok eserin sanatçının egemen sisteme eleştirisi niteliğinde olduğunu söyledi.
Osmanlıda dini nedenlerden dolayı resim sanatının gelişmediğini belirten Çubukçu, Osman Hamdi Bey’in 1906 ve 1907 yıllarında iki farklı versiyonunu çizdiği Kaplumbağa Terbiyecisi ile Yaratılış tablosundaki soyut mesajların tekil sayılabileceğini sözlerine ekledi.
Çubukçu düşünceyi aktarmanın pek çok yolu ve yöntemi olduğunu belirterek, sanatın en ince ve en etkili yollardan biri olduğunu belirtti.
Su ve Defne kendilerine anlamsız gelen soyut resimlerin mesaj taşımaları ve yapıldıkları döneme inceden eleştiri getirmelerini ilk kez öğrendiler.
Avrupa’daki soyut anlatım resmin yanı sıra pek çok sanat dalında da geliştiğini söyleyebiliriz. İngiltere’deki posterlerden gazete reklamlarına soyut sanatın gücünü görebilirsiniz.
Osmanlı’da soyut, eleştirel alan yalnızca hiciv ya da aşık atışmasına hapsolduğu söylenebilir belki. Cumhuriyet döneminde ise karikatürde bir atak gözleniyor. Düşüncenin ifadesi ancak özgür olduğu süreçte hayat bulabiliyor. Ne yazık ki Türkiye’de iktidarın düşüncenin sanatsal ifadesindeki hoşgörüsüzlüğü İslam dünyasından geri kalmıyor.
Çubukçu’dan öğrendiğimiz Osmanlı aydını Osman Hamdi Bey’in yaradılış tablosunu sansürlü yayınlayan ya da tabloyu kaybeden anlayış günümüzde de sürüyor. Cumhuriyet tarihindeki demokrasi serüveninde iyi kötü onca yol alınmasına karşın, düşüncenin ifade özgürlüğüne gelince bir arpa boyu yol alındığı söylenebilir.
“Yol alınmak mı? 50 yıl geriye gidilirse 100 yıl ileride yaşanılır” derseniz de size hak veririm. Çünkü Şair Eşref günümüzde yaşasaydı dönemin istibdadına denk düşen OHAL’siz OHAL’de “Besmele duymuş olan Şeytan gibi / Korkuyorsun höt dese bir ecnebi. / Padişâhım öyle alçaksın ki sen / İzzet-i nefsin Arab İzzet gibi!” şiirine pranga takılırdı. Ya da Can Yücel, “Davacı zengin, davalı yoksulsa / Zenginden yana işler yasa / Davacı yoksul, davalı zenginse / Davalıda kalır yine nizali arsa” şiirinden dolayı anasından emdiği süt burnundan gelirdi.
Türkiye’deki iktidarın karikatür hoşgörüsüzlüğü de sanırım tek başına Türkiye’yi Ortadoğulu kategorisine sokmaya yetecek cinsten. Geçen hafta Evrensel gazetesinde Sefer Selvi’nin Binali Yıldırım ve oğlu Erkam Yıldırım’ı çizdiği Paradise Paper belgeleri karikatürü için 10 bin TL ceza kesildi. İngiltere’de dönemin başbakanı Tony Blair’i George Bush’un sağa sola saldıran köpeği biçiminde yorumlayan çizere, Evrensel’in cezasını anlatsak, “şaka” ya da “kara mizah” yaptığımızı sanırdı herhalde.
Düşüncenin en ince ve etkili biçimlenişi sanata olan yasaklara karşı “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim” diye başlayan Nazım’ın “Hürriyet’e Dair” şiiriyle cevap verirsek, “…çürüyen diş, dökülen et / bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler / ve elbette ki sevgilim elbet / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle / işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet.”