Kaybetmek, ya da kazanmak…

Anayasa  Mahkemesi AK Parti’yi kapatmadı.
Çünkü  nitelikli çoğunluk sağlanamadı.
Normal bir oylamada irade  6-5 kapatma yönünde çıkmışsa, karar olumlu değil, “buz gibi” olumsuz bir karardır.
Eğer nitelikli oy şartı olmasa AK Parti’nin kapısı kilitlenmiş olacaktı.
Lafı uzatmaya  gerek yok.
Aslında yüce yargı AK Parti’yi kapattı.
Niteliksiz çoğunlukla kapattı da denebilir.

Şakası, latifesi ve ironisi bir yana Anayasa Mahkemesi son kararıyla da uzun süre tartışılacak gibi.
Siyasi partilerin kapatılmasının tek şarta bağlandığı (teröre odaklık  teşkil etmek şartı) tek kutuplu dünyamızda biz öylesine kılıflar, öylesine nedenler icat ediyoruz ki, bunları çağ dışında kalmış ülkeler alkışlıyor, modern demokratik ülkeler ise hayret ediyor.
Bizim “hayret edenler”e yüzümüzü  dönüp, garipliğin nerde olduğunu anlamamız lazım.
Bizim derken, anayasa mahkemesinin değerli üyelerini kastediyorum.
Siyasi olaylara, siyasi kılıf ararsanız, sonuç da siyasi olur.
Yani bir hukuk davasında nedenlerin hukuka dayanması, hukukun üstünlüğünün her duruma hakim olması ne kadar önemliyse, anayasa mahkemesinin aldığı kararın da hukuk temelinde inandırıcı olması gerekir.
Ama çıkan karar siyasidir ve vesayet sisteminin devamına yeşil ışık yakmaya devam eder niteliktedir.
Demokrasilerde “vesayet” kurumları vardır ve olmalıdır diyenler çıkabilir.
Hatta demokrasi sadece ve sadece “uzlaşma”, “ konsensus”, “ azınlık hakları” ve muhalefetle “devamlı işbirliği” gerektiren bir sistemdir diyenler de çıkabilir ama sıkıntı da burada başlıyor zaten.
Bir tek oy farkıyla sandıktan çıkanın iktidara geldiği bu sistemde “uzlaşma şarttır” demek, seçim sandığında tek oy farkını sağlayan görüş sahibine hakarettir.
Demokrasi böyle bir şeydir çünkü.
Bir kişinin kendi partisini iktidara getirme şansı vardır bu rejimde.
Yani Nobel ödüllü bir yazarla, Erzurum yaylalarındaki çobanın oyu arasında fark yoktur.
Vardır diyenler ya demokrasiyi anlamıyorlar, ya da hazmetme kapasiteleri sıfır noktasında..
Demem o ki, demokrasilerde mutlak “uzlaşma” hayaldir.
Demokrasilerde “muhalefetle konsensus şart” demek haksızlıktır.
Demokrasilerde “bize benzemeyenler, bizi idare edemez” iddiası safsatadır.
İşte bütün kavga da bize benzemeyenlerin iktidara gelmesi, bize benzemeyenlerin bizi yönetmesi ve bizden olmayanların demokrat olduklarını söylemelerinden çıkıyor.
“Müesses nizamı” savunanların bu görüşü, vesayet kurumlarını devreye sokuyor, bunun ardından ne hükümet ve ne de meclis bağımsız olarak görev yapabiliyor.
Sonuçta fatura siyasi partilere kesilebiliyor.
Yaşadığımız son tablo aynen böyle.
Ve biz hala kazananlar ve kaybedenler kimlerdir tartışması içinde debelenip duruyoruz.
Oysa kazananlar ve kaybedenleri sadece ve sadece seçimler belirler.
Bizde her an kazanan ve kaybeden oyunu var ve oynanıyor.
Her açıdan yol alıyoruz ama demokrasi de tökezliyoruz devamlı şekilde.
Nedeni belli.
Demokrasiyi büyütemiyoruz.
Vesayet kurumları ve müesses nizamın gardiyanları demokrasiye pranga vurdukları sürece demokrasimiz topal ördek gibi “yürüme özürlüsü” olmaya mahkum gibi.
Onun için tek çare, yine bu sistem içinde yeni bir anayasa yaparak yola devam etmek.
Çağdaş bir anayasa…
Apoletsiz, postalsız bir anayasa…
Başka çare yok.
Belki  parti kapatmak için“nitelikli çoğunluk” aramaya bile gerek kalmaz.
Çünkü bizim “nitelikli” bir anayasaya acil şekilde ihtiyacımız var.

1625070cookie-checkKaybetmek, ya da kazanmak…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.