Küçük canavarlar

Ege’ye inmek isteyenler için Yenikapı-Bandırma feribotu bir kolaylıktır. İster otomobilli olun ister otomobilsiz olun, Marmara’yı iki saatte rahat koltuklarda otura otura geçmek büyük bir rahatlık. Elli kuruşluk suyun yüz yirmi kuruş olmasını da çok sorun etmeyin bence. Aşırı tutumlu ya da aşırı ilkeli bir kişiyseniz suyunuzu da yanınızda götürürsünüz, kimse size ne diye kendi suyunu içiyorsun demez. Tek sıkıntı küçük canavarların varlığıdır. İlgisiz genç anaların ve çoğu yalan yanlış işadamı kılığına bürünmüş genç babaların bu öldürücü ürünleri iki saat boyunca deli olmanız için ellerinden geleni arkalarına koymayacaklardır. Nasıl kötü bağırıyorlar bilir misiniz? Kimi öfkesinden çılgın gibi bağırıyor, kimi zevk için vuvuzela gibi ötüyor. Kurban olalım vuvuzelaya, bu eğitilmemiş küçük canavarların çığlıkları bin beş yüz vuvuzelayı bastırır.

Yüzünde hiçbir sıcaklık belirtisi göstermeyen çoğu asık suratlı genç anneler genelde bu bağırgan yaratıkları kocalarına bırakıyorlar: zavallı genç adam kucağında geleceğin doktoru, mühendisi, avukatı ya da bitirimi olacak olan o çığlık makinesiyle vapurun bir ucundan öbürüne koşturuyor. Bu babalar sandaletlere ya da parmak arası terliklere geçirdikleri kürek gibi ayaklarıyla, eskiden arnavut çocuklarının giydiği diz altında biten ve baldırları dışta bırakan pantolonlarıyla, iyileşmez bir tedirginliği sıkı sıkı örten yapay dinginlikleriyle, biz olmasak var ya bu dünya iki saatte batar gibi duruşlarıyla garip bir görünüm çiziyorlar. Biz eskilerin hiç alışık olmadığımız bir görünüm. Bunlardan biri dün arkadaşlarına ya da hepimize oğlunun eşsiz yaramazlıklarını, özellikle çocukların kafasına kafasına nasıl tekme attığını kahkahalar atarak uzun uzun anlatırken küçük canavarın eylemlerini gözlerimizde iyi canlandıralım diye havaya tekmeler savuruyordu. “Böyle böyle, kafalarına kafalarına!”

Dün artık yapılacak bir şey olmadığını çok iyi anlamış olarak çığlıklar arasında bir on dakika kestirmeye çalıştım ama başaramadım. Oysa yirmi gün önce giderken ben de o küçük canavarlar gibi bas bas bağırdım dostlarım. Velet anasının kucağında hem zırlıyor hem de elindeki cismi var gücüyle benim oturduğum koltuğun arkalığına tak tak tak vuruyordu. “Evladım yapmasana!” diye çıkışmak zorunda kaldım. Özgür yetiştirilmekte olduğu için gelecekte kim bilir kimlerin özgürlüklerine ne biçim dipten ya da derinden dalacak olan bu küçük adam anasına sordu: “Bu abi neden bana yapma diyor?” O zaman tutamadım kendimi. Ben de bütün sabırlılar gibiyim, patladığım zaman çok kötü patlıyorum. Açtım ağzımı yumdum gözümü. “Bu toplumun kadınları doğurmayı biliyor ama eğitmeyi bilmiyor” dedim özet olarak. Neyse, ilgisiz ana çocuğu vapurda gezdirmek üzere babasına verdi de biraz soluk aldım.

Kadınlarımız bir garip. Bu toplumda bir saç takıntısı var. Her koşulda saçlar yapılı ve hatta boyalı. Kadınlarımızın çoğu saçlarından başka bir de nedense ayaklarına özen gösteriyorlar. Davutlar kıyılarında Ali’yle uzun yürüyüşler yaparken göz ucuyla onları izliyorum. Denize bile kalıp gibi yapılı saçlarla geliyorlar. Bakımlı ya da en azından ojeli ayaklarını tam bir güvenle uzatıp kumlara yatıyorlar. Beni gören, günahı boynuna, kadın gözleyen bir sapık ihtiyar diye değerlendirebilir. Bedenleri lapa lapa dökülüyor. Göbek şişmiş, kalçalar büyümüş, yüz sarkmış. Bunlar benim yaşımda değiller. Genç kadınlar pardon “bayan”lar bunlar. Ancak yüzlerinde bir mutluluk belirtisi yok. Belli ki yaşamın tüm anlamını ağız doygunluğuna indirgemiş durumdalar. Beyin doygunluğu olmadığı zaman işler böyle sarpa sarar dostlarım. O zaman on sekiz yaşında kızların o dalgalı bacaklarla dolaşmaları olağan görülür. Anneler güneşin altında kestirirken çocuklar azmaktadır, küçük canavarlar işbaşındadır: onların gelene su sıçratmak ve gidene kum atmak gibi “keyif”leri var.

Neyse biz ağzımızın tadını bozmayalım ve yazımızı Selim Temiz’in Aşıklar mutlu olsun şiiriyle bitirelim: “Taraflı tarafsız herkese selam söyleyin / Doğru söz deyip doğruyu korkmadan eyleyin / Hayat özünü bulsun sapmadan aşk yolundan / Aşka inanmayanı tut getir sol kolundan // Mehtap kör karanlığı bekler parlamak için / Su hayattır aşksız bayattır bol bol su için / Yayılsın yayılabildiği kadar uzağa / Seven şuh kadınlar bilerek düşer tuzağa // Merak eylediniz bilirim nerede bunlar / Sakın sizi kandırmasın şunlar ile bunlar / Kaderde yazılıdır aşkın ruh ikizleri / Aynaya bakamadan göremezsin ikizleri // Çarşı pazar dolaş bulamazsın yoksa şansın / Peşini bırak şansın seni özlemle ansın / Damardan girer kalbe doğru yol alır nazla / Aşıklar mutlu olsun aşkın verdiği hazla.”

643070cookie-checkKüçük canavarlar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.