Çölaşan Vak’asına gelen tepkileri cevaplıyorum…

Sevgili okuyucularım,
Çölaşan Vak’ası kimilerinizi sıktı, kimilerinizi sinirlendirdi, kimilerinizi ise düşündürdü.
Her türlü tepkiye, görüşe saygım var.
Böyle konularda ne köşe yazarları objektif olmak zorundadır olamazlar, ne tepki verenler. Herkes kendi düşünce ve fikrini söylemekte serbest. Zaten demokrasi çok seslilik değil mi? Ama bunu yaparken, kırıp-dökmemeliyiz, başkalarının haklarını ve özgürlüklerini sınırlamamalıyız, hakaret etmemeliyiz, saldırmamalıyız en önemlisi de düzeyimizi düşürmeden tartışmaya katılmalıyız.
Bu Emin Vak’ası başlıklı yazı tefrikasında, benim peşin hükümle yaklaştığım hususlar olmuştur.
Geçmişte yaptğım tartışma ve kavgaların etkisi olmuştur. Neticede ben de et ve kemiktenim.
Sizler gibi yani.
Çölaşan benim 22 yıllık arkadaşım, meslekdaşım. Bekir Çoşkun daha eski. 1974’ lerden bu yana meslekdaşım ve arkadaşım. Her ikisinin de üstüne toz kondurtmam.
Emin’le aynı çatı altında 2001 yılına kadar çalıştım. Bu meslek öyle bir tutkulu ve özverili bir meslek ki, geriye baktığınızda, arkadaşlarınızla, meslekdaşlarınızla aynı çatı altında geçirdiğiniz süreyi, evlilik hayatı boyunca eşinizle geçirmediğinizi farkedersiniz.
Nedeni, bizim mesleğin 25 saat sürüyor olması.
Tabii bu mesleğe kendini adamışlar için.
Sabah 09.00’da gelip, saat 17’00 yi  dört gözle bekleyen gazeteci ve yazarlar yok mu? Yani gazeteye değil de, adeta tapu kadastro dairesine gidenler gibi. Vardır ama onları kimseler ne tanır, ne hatırlar. Memur olarak çalışılar, düz memur olarak emekli olurlar.Çalışanlar, tutkulu olanlar muhakkak geride birşeyler bırakırlar.
Bizim meslekte çalışma süresi sınırlanamaz.
Hergün karısına 8 saatini ayıran ideal koca sayısı ve oranı nedir bilemem. Ama biz en az 8 saati işimize, yeri geldiğinde 24 saati mesleğimize ayırıyoruz, ayırmak zorunda kalıyoruz.. 24 saatin yetmediğini ve bu mesleğin 25 saat olduğunu iddia etmişimdir hep.
Şundan.
Bizler, 24 saat biterken ertesi günkü yazı ve haberlerimizi, okuyuculardan 25 saat önce düşünüyor ve  kurguluyoruz da ondan.
Gelelim bu girişi neden yaptığımın izahına.
Bir iki yazıyla Çölaşan Vak’asını bitirebilirdim.
Hatta, bu yazı dizisi başka alan ve amaçlara kaydırılarak 365 gün de sürebilirdi.
Kimseyi karalama niyetiyle yola çıkmadım.
Herkesin yüzüne karşı ne söylediysem, bugün onu yazıyorum.
İlk yazıdan sonra basındaki kavgayı, hele hele Emin’le aynı çatı altında yaşadıklarımızın yüzde birini tek yazıda anlatmak zordu. Ben iki-üç yazı ile biteceğini sanarken Londra’daki patron Faruk Eskioğlu “Çok iyi gidiyor. Lütfen devam” deyince yazı uzadı. İyi ki uzadı. Çünkü kavgaların, sürtüşmelerin içyüzü, yıllar önce kafama kazınanların suyüzüne çıkmasına neden oldu.
Bu arada ilk yazıma tepki veren Giray Baysu, hem nalına-hem mıhına yazanlardan hoşlandığını belirtiyordu.Olabilir saygı değer bir görüş.
Aynı Giray Baysu, dizinin sondan bir önceki yazıma verdiği tepkide ise “Bu dizi 15 gün filan sürer mi dersiniz? Demek gazeteciler birbirlerinin de dostu olamıyorlarmış, hayret ve ibretle izliyorum sizi” demiş.
Gazeteciler de insan. Dostluklar da olur düşmanlıklar da. Kavgaları da olur sevişmeleri de.
Çölaşan ile ayrı ayrı düşündüğümüz konular ve sorunlar olmasına rağmen, aynı çatı altında fikri düzeyde çatıştık ama kavga etmedik.
Ben yüzüne karşı eleştirilerimi hiç esirgemedim. O da karşı görüşlerinden ricat etmedi, en ufak bir taviz vermedi.
Bu diziden “gazeteciler dost olamıyorlarmış” yargısı çıkarmak ne kadar doğru herkesin takdirine bırakıyorum.
Okuyucum Nizamettin Dinler’e gelince.
Eleştirisinde çok haklı yönler var. Önemli olan Çölaşan’ın kovulması değil, basındaki tekelciliğin nerelere uzandığının irdelenmesi gerektigini savunuyor.
Katılıyorum.
Ama “Çölalan nefretlik medyanın, nefretlik sembolü” demesini yadırgadım.
Emin gerek üslübu, gerek dürüstlüğü, gerekse doğru yazan biri olarak az yetişen, nadir yazarlardan bir. Eleştirilecek çok şeyi olabilir. Kimilerine göre “nefretlik” olsa da, kimilerine göre de “basın hakramanı” “Doğrucu Davut”, “Gözünü budaktan esirgemeyen gazeteci” tanımını hak ediyor. Bana göre daha fazlasını da…
Okuyucularımdam Zeynep Koru ise “Gökçek A. Doğan’a susturulması emri verdi ve adamı susturdular. Hepsi bu” demiş.
Tamamen değil ama kısmen katılmamak mümkün değil.
Bunda, yani kovulmada,  Erdoğan’ın da, TUSİAD’ın da, MUSİAD’ın da parmağı olabilir.
Hatta AKP’ye transfer olan ve milletvekili seçilen dönek eski solcuların da…
Okuycularımdan Meral Güventürk ise gerçekleri yazan kalemlerin susturulduğunu, herkese sıranın geleceğini öne sürmüş.
Güçleri yettiği yere kadar sürsün.
Bir gün doğru olanlar, dürüst olanlar muhakkak kazanacak.
Ben umutsuz değilim.
1960’a kadar merhum DP Lideri ve eski başbakan Adnan Menderes, nasıl gazetecileri, yazarları hapse atarak susturamadı ise daha sonra nasıl Tayyip Erdoğan karikatürcülere kızıp onları sansürlemeyi beceremediyse, tekelci basının aktör ve aktörleri de bir gün silinip gidecekler.
Su üstünde kalanların kimler olduğunu yakın zamanda hepimiz göreceğiz.
Dibe batanları da…
Kuşkunuz olmasın sevgili okuyucularım.
Yaşayalım, görelim.

Birinci Not: Emin Vak’ası dizisinde, harf hataları, anlam yanlışları, cümle kurmada eksiklikler olmuş. Hepsini yayınlandıktan sonra farkettim. Bu hatalardan dolayı herkesten özür dilerim. Çok “acul” yazıyorum. Bol hata oluyor. Kadı kızında olduğu gibi… Affola…

İkinci Not: Bekir Coşkun dizisi geliyor. Çok yakında. Bekleyiniz… 36 kısım tekmili birden değil, sadece iki yazı. Ama önemli. Kanlı değil, heyecanlı…

 

1623450cookie-checkÇölaşan Vak’asına gelen tepkileri cevaplıyorum…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.