Londra notları: 1. Konserler…

İlk Londra seyahatim. Hafta sonu tam bir müzik yolculuğu. Önceden bir program yapmaksızın, etkinliklere bakarak bir seçki. Yeni keşifler yapma isteği.

Southbank Centre. Times nehri kıyısında, büyük bir sanat ve yaşam merkezi. Herkes dilediğine uygun bir mekan bulabilir. Genç, yaşlı, yabancı, farketmez. Sizi çeken bir mekan mutlaka bulabilirsiniz. Mekanlar arasında bir gezinti ve değişik renk ve ırkdan insanlar arasında, bir dünya yolculuğu gibi.

Burada, Royal Festival Hall. Bir orkestra, AURORA ORKESTRA. İlginç bir program. “Playing With Fire”

Orkestra yerini alıyor. Ama çoğu sanatçılar ayakta. Oturmuyorlar. Ayakta sahnede bir düzen içinde yerlerini aldılar. Orkestra şefi,
Nicholas COLLON. Genç ve çok sempatik. Konser başlayacak. Orkestra’nın arkasına beyaz bir perde de, bu konser için yerleştirilmiş.

İlk eser BEETHOVEN’den, “THE CREATURES OF PROMETHEUS.” Perdede kurgulanmış, çizgi ağırlıklı filmle birlikte, konser de başlıyor. Müziğin gelişim çizgisine göre perde de film devam ediyor. Sahnede sanatçılar, bir tiyatro gösterisine hazırlık yapar gibiler. Evet ilginç bir program izliyeceğiz, anlaşılıyor.

Alkışlar devam ediyor. İkinci eser seslendirilecek. H.K.GRUBER, “FRANKENSTEİN!!”

Şef ve Orkestra, alkışları selamlıyorlar. Daha ikinci esere geçmediler. Üst balkondan farklı bir alkış. Sonra konuşmaya başlıyor. Sahneye geliyor ve ikinci eser seslendirilmeğe başlıyor. Sekiz bölümden oluşan bir eser. Bölüm içeriklerine uygun, beyaz perde de kurgulanmış, belgesel, mizahi, çizgiler, görüntüler değişik, film de devam ediyor. Alkışlardan sonra sahneye inen bir aktör. Ama şaşırtmayı sürdürüyor. Tiyatro sahnesindeyiz adeta, oynuyor. Bir opera sanatçısı gibi şarkılarla eşlik ediyor müziğe, dans edior, anlatımı da sürüyor. Orkestra elemanları ile de adeta şakalaşıyor, yönetiyor, kızıyor, renkden renge, bir rolden başka bir role geçen sanatçı gibi. Eserlerin bölümlerine göre, Frankenstaein’den Süperman’a, Batman’den John Vayne. Adeta bir oyun izliyoruz. Tek kişilik bir gösteri, yüz, vücut dilini öylesine yetkin kullanılıyor ki, gözünüzü ayıramıyorsunuz. Kulağınız müzik le birlikte, dikkatli bir şekilde onu da izliyor ve dinliyorsunuz. Bir film de izliyoruz. Orkestra sahnede ayakta müziğini yapıyor. Sahne de bir Tiyatro Orkestrası. Tam bir şölen.

Ara. İzleyicilerde de bir şaşkınlık var doğrusu. Bu aynı zamanda bir teatral gösteri çünkü. Ve aktör de, ayrı tek kişilik bir orkestra. Dans ediyor, arya söylüyor, anlatıyor. oynuyor. İkinci bölüm başlıyor, yine tiyatro sahnesinde tek kişilik bir oyun izler gibiyiz. Aktör sahnede ve kitapdan okuyor, oynuyor. Orkestra da yavaş yavaş sahneye geliyor. Sonra şef. Eser, yine BEETHOVEN’den. Bu kez,”5.SENFONİ”‘yi dinliyeceğiz, izliyeceğiz. Çello’lar ve çok az sanatçı oturuyor. Başta kemanlar yine hepsi ayakta. Ve müzik başlıyor. Öylesine rahat, sanki evde kendi aralarında bir konser veriyorlar.

Ama bir bayan ÇELLO’dan gözlerimi ayıramıyorum. O da adeta, yüz ifadesi ile gözleriyle eseri sahneliyor, çellosu ve o, oynuyor, yönetiyor. Bazen gözü şefte, bazen yanında ki çelloda, karşıda ki kemancıya bakıyor sonra, adeta eseri o yönetiyor. Büyük bir zevkle izliyorsunuz onu. Diyorum ya gözümü ayıramadım ondan. Gözleri ile eseri, mutlulukla yaşadı ve yaşattı.

Aynı orkestra’nın 9 Ekim de, aynı salonda bir konseri daha var. İzlemeye gitmeli diye düşünmeğe bile başladım.

Londra da ilginç bir uygulama. Kiliselerin bazılarının, kullanılmamağa başlanması üzerine, içini yeniden restore ederek, kültür merkezi ve konser salonu haline getirmişler. “JERWOOD HALL, LSO ST LUKE .” Londra Senfoni Orkestrası’nın yeri gibi.

ADAM DONEN, “SYMPHONY TO LOST GENERATİON.” Beş bölümden oluşan toplam bir buçuk saati aşan, iki bölüm halinde sunulan bir eser. Sahnede orkestra yok. Müzik, film haline getirilmiş. Müzğin bölümlerinin seslendirilmesi, anlatımı, yorumlanması, yine belgesel, çizgi film ve değişik bir çok teknik denenerek kurgulanmış. Büyük geniş beyaz perde. Akustik son derece güzel. Orkestra’nın görüntüleri de yansıyor bazen. Sanki beyaz perdenin arkasında, şef orkestrayı yönetiyor. Anlatım sözle değil, yazı ile değil, perdede kurgulanmış film ile sergileniyor. Yoruma bir bütünlük sağlanmış oluyor. Müzik daha etkili bir şekilde sizi içine alıyor.

Savaşın, insanlığa ne denli zarar verdiğini yaşıyorsunuz. Neden diye soruyorsunuz adeta yöneticilere. Ve sanatın önemi bir kez daha müzik dili ve görüntü ile size sesleniyor. Bir çağdaş tragedya. Geçmişten günümüze, seyirci olmayın mesajını iletir gibi. Müthiş etkileyci.

Tarihsel bir gerçeklik, ya da kurgulama önemli değil, müzik size savaş karşıtı olmayı ve insanın yaşamının önemli olduğunu, size adeta bağırarak iletiyor. Duyun, görün ve önleyin der gibi.

DVD’si var mı diye soruyorum, olmadığını söylüyorlar. Bu eserin DVD’si bence mutlaka çıkmalı. Geniş salonlarda beyaz perde de izlemek elbette daha çarpıcı. Ama yine de DVD’si olmalı.

Londra bir sufi müzik dinletisi dinlemek de varmış. Bu kez, BARBICAN HALL. Büyük bir salon. Bir konser salonu değil sadece kültür ve yaşam merkezi. Sergiyi gezebilirsiniz, sinemaya gidebilirsiniz, bilgisayarını açıp yazışmalarınızı yapabilirsiniz, derslerinizi çalışabilirsiniz. Çay kahve ya da içkinizi değişik mekanlarda içebilir, dünya mutfağından dilediğiniz bir yeri de seçebilirsiniz.

Ve Konser. “USTAD RASHİD KHAN ‘TAABEER’ (DREAM) PRESENTED BY ANANDADHARA ARTS”

Geleneksel Hind çalgıları. Sahne de ona göre düzenlenmiş. Sahneye geliyorlar, ayakkabılarını çıkarıp, üzerine halıların döşendiği platforma oturuyorlar. İki kadın altı erkek sanatçı. KHAN’a Vokal de bazen genç bir sanatçı da eşlik ediyor. Müzik biraz değil, baya tek düze bir şekilde devam ediyor. Tekrarlar gibi. Salon da çıt yok. Büyülenmiş gibiler. İzleyicilerin yüzde doksanının Hindliler olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Birinci bölüm bir buçuk saati aşıyor. İkinci bölümde bu kez üç sanatçı, sadece yerel çalgılarla müziğe devam ediyor.

İzleyiciler arasında ki, Hndli kadınların tamamı yerel Hind kıyafetlerile gelmişler. Bir defilede gibisiniz. Salon dolu. Londra’da, büyük bir salonda, kendi müzikleri ile kendilerini ve özlemlerini yaşıyor gibiler. Farklı bir dünyadasınız. Londra da değil, Hindistan da gibisiniz.

Sufi müziğin, dinlendirici havası, bu müziğe biraz yatkınlığınnız varsa, siz de onlarla yolculuğa başlıyorsunuz.

Değişik üç ayrı mekan, üç ayrı konser. Bu tam bir Londra havası değil belki. Ama müzik devam ediyor. Neredeyse her gün bir çok sahnede.

Biz sadece, bu kez bir girizgah yaptık. Başlangıç. Opera, bale, müzikallar ve orkestralar.

Tanımağa daha yeni başlıyacağız diyelim.

_______________

İngiltere – Londra. 30 Mayıs 2016. Pazartesi. [email protected]

1582790cookie-checkLondra notları: 1. Konserler…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.