Maastricht çözülüyor mu?

Bilindiği gibi, Avrupa Birliği tek merkez bankası ve tek para sistemine geçince, enflâsyonun denetlenmesine büyük önem verdi. Zira, müşterek para sistemi, bir bölgedeki enflâsyonu derhal diğer bölgelere sıçratarak, Birliğin dengesini sarsabilir. Birliğin istikrarının sağlanabilmesi için, Maastricht Kriterleri geliştirildi ve kamu kesimi borçlanma gereksinimi ile borç stokunun milli gelire oranı bir kurala bağlandı. Bu kurala göre, akım halinde kamu kesimi borçlanma gereksiniminin milli gelire oranı % 3,5 oranını, borç stokunun milli gelire oranı ise % 60 oranını geçmemesi gerekmektedir. Bu ölçüt hemen her ülkede, bu arada Türkiye’de de genel geçerliliği olan kural olarak benimsendi.

Avrupa Birliği ülkelerinde bir süre uyulan bu kural, geçen yıl Fransa ve Almanya gibi  iki büyük ekonomi tarafından küçük boyutlarda da olsa ihlâl edildi. Bu iki ülkede kamu kesimi borçlanma gereksinimi milli gelirin % 3,5 oranını aşmaya başladı. Bunun üzerine Avrupa Birliği ülkelerini bağlayan Maastricht ölçütü gevşetildi ve sosyal nitelikli kamu harcamaları söz konusu Maastricht ölçütü dışına çıkarıldı. Diğer bir deyişle, Maastricht  ölçütü sosyal harcamalardan arındırılmış olan kamu bütçesi açığının milli gelirin % 3,5 oranını aşmaması gerektiği şeklinde yumuşatılmış oldu. Bu yumuşatmanın daha açık ifadesi, kamu açıklarının sınırlandırılmasının tedricen ve göreceli olarak yumuşatılıyor olduğudur.

Maastricht ölçütünün gevşetilmesini salt konjonktürel bir zorunluluk olarak görmek doğru değildir. Bu zorunluluk kapitalist ekonominin işleyişinin kronik sonucudur. Kapitalist sistem plânlamaya dayanmadan piyasa için üretim yaptığından, piyasaların devamlı olarak genişlemesi sermaye birikimi için birinci derecede gerekli bir koşuldur. Zira, sermaye birikimi hızlanıp, üretimde sermaye-yoğun tekniklere geçildikçe ekonomide işsizlik belirir, gelir dağılımı bozulur ve piyasaların genişleme hızı yavaşlar. Bu noktada devlet devreye girip, kamu harcamalarını artırarak, daralan piyasada talebin genişletilmesi işlevini yüklenir. Bilindiği gibi, 1929 Krizi’ni izleyen dönemde kapitalist sistemi kurtaran yaklaşım Keynesgil harcama artışı politikası olmuştur. Diğer bir deyişle, kapitalist devinim sürecinde aksayan ve tıkanan işleyiş sürecini açan mekanizma kamu harcamalarının artışıdır. İşte, Avrupa Birliği ekonomileri şimdi böyle bir tıkanma ve zorlanma sürecini yaşamaktadır. Maastricht ölçütünü zorlayan ekonomilerin Avrupa’da görece en ileri olgun ekonomi olmaları ilginçtir ve bu görüşü doğrulamaktadır. Zira, kapitalist dokular gelişip sermaye olgunlaştıkça tüketim piyasaları daralmakta, yatırım hedefleri küçülmekte ve ekonomik durgunluk yaygınlaşmaktadır. Böyle bir ortamda kamu harcamalarının artırılması, hatta açık bütçe politikası uygulanması Abba Lerner’den beri bilinen “işlevsel maliye politikası” gereğidir. Avrupa Birliği’nde son politikalarda görülen hakim felsefe Keynesgil kamu harcamalarını artırıcı maliye politikası yerine, Lerner-vari işlevsel bütçe politikası uygulamasıdır.

Avrupa’da yaşanan bu gevşeme politikasını Türkiye bağlamında inceleme odağına koymak ilginç olur. Bilindiği gibi, IMF dayatmaları çerçevesinde kamu bütçesinde faiz-dışı fazlanın milli gelire oranının % 6,5 olmasına çalışılmaktadır. Vergi gelirlerinin yeteri derecede artırılamadığı bir ortamda IMF’nin bu dayatmasına uyulmaya çalışılması çok temel kamu harcamaları yanında, eğitim ve sağlık gibi çok temel sosyal harcamalarının da şiddetle baskılanmasına yol açmaktadır. Bu süreçte temel kamu alt-yapı yatırımları yapılamamakta, genç bir nesle sahip olan ülkemizde eğitime yeteri kadar kaynak ayrılmamaktadır.

Türkiye’de uygulanan IMF direktifli maliye politikası ne Keynesgil maliye politikası uygulamasına, ne de Lerner-vari işlevsel bütçe politikasına cevaz vermektedir. Enflâsyonun denetlenmesi ve borç yönetiminin kontrol altına alınması gibi iki temel işlevle yürütülen bütçe, ekonomiyi yönlendirici ya da ekonomiye katkı yapıcı bir araç olmaktan çok, sözü edilen iki işlevi yerine getiren bir araç olarak görülmektedir. Kaldı ki, faiz-dışı fazla veren bütçe, aşırı faiz yükü nedeniyle nihaî aşamada ciddî olarak açıkla kapanmaktadır.

Avrupa Birliği’nde Maastricht ölçütüne getirilen yumuşama ve Türkiye’ye IMF tarafından yapılan dayatma bir arada ele alındığında, IMF kurallarının ekonomide güçlendirici etkiden çok, çökertici etki yapacağı görülmektedir. Oysa, ekonominin borç itfa kapasitesinin yükseltilmesi, günlük ve finansal göstergelerin düzeltilmesi ile olası değildir. Kamu harcamaları aşırı şekilde baskılanabilir, bu durumda kamu kesimi borçlanma gereksinimi geriler, faiz haddi düşebilir, ve enflâsyon kontrol ediliyor gibi bir görüntü verebilir. Ama bu tür yüzeysel politikalar hem ekonomiyi uzun dönemde çökertir, hem de anlık olumlu görüntülerin gelecekte olumsuzluğa evrilmesine neden olabilir. Bu nedenle, IMF ile yapılan müzakerelerde ya faiz-dışı fazlanın milli gelire oranının geriletilmesi, ya da faiz-dışı fazlanın hesabında eğitim ve sağlık gibi temel sosyal harcamaların, hatta kamu alt-yapı yatırımlarının hesaplama dışı tutulması gündeme getirilmelidir.  

_____________

Prof. Dr.

 
 

1594250cookie-checkMaastricht çözülüyor mu?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.