Mahallede diyalog havaları (I)

Son yıllarda dinler-arası diyalog toplantıları iyice yaygınlaştı. Tahmin edileceği gibi bunlar, diyaloga ihtiyaç duyulan gerilimli ve çatışmalı coğrafyalardan ziyade, diyalogun asgari düzeyde zaten mevcut olduğu sakin ortamlarda gerçekleşmekte. Bunlardan son bir tanesi de, geçen hafta Montreal’de yapılan ve hayli geniş katılımlı uluslararası bir konferanstı.

Çeşitli dinler ile mezheplerin konferansa katılan önde gelen temsilcileri ve ünlü diyanetçiler içinde en dikkat çeken, Budizmin büyük gurusu ve Tibet’in sürgündeki ruhani lideri Dalai Lama’ydı kuşkusuz. Ama konuşmacılar arasında, İranlı insan hakları savunucusu Şirin Ebadi gibi, herhangi bir dinin temsilcisi veya taraftarı olmaktan çok tenkitçisi veya muhalifi olan, otoriter rejimlerin seküler olduğu kadar teokratik türlerinden de kaçmış farklı tarzda sürgünler de eksik değildi.
Medyaya yansıdığı kadarıyla anlaşılan o ki, diyaloğun yalnız dinler arasında değil, dinler ile diğer seküler ve din-dışı inanç sistemleri arasında da aranması, konferansa diğer emsallerine göre daha geniş bir ufuk kazandırarak, kamuoyunda daha yakından izlenmesini mümkün kıldı. Konferans tarihinin, 11 Eylül saldırısının 10. yılını anma törenlerine rastgelmesi (veya rastgetirilmesi) de, İslam tartışmalarının bir defa daha ön plana çıkmasına neden oldu. Müslüman diyanetçilerin İslam’ın terörle özdeşleştirilmesi eğilimine karşı dillendirdikleri söyleme Dalai Lama’nın da yürekten arka çıkması, epey yankı yapmışa benziyor.
Diğer taraftan, konferansta tek kadın konuşmacı olduğu anlaşılan Şirin Ebadi’nin belki söyleyeceği çarpıcı şeyler vardı, ama medyaya pek yansımadığına göre, herhalde gürültüye geldi ki, buna da fazla şaşırmamak gerekir. Zira bu konferansın da diğer benzerleri gibi, bilinenlerin tekrarından pek öteye gitmediği, özgül gözlem ve analizlere pek fırsat bırakmaksızın, temennilerle başlayıp temennilerle bittiğini tahmin etmek güç değil.

Oysa küçük bir mahalle toplantısı, çok daha ilginç, öğretici, en azından daha eğlenceli olabilir. Çaylı, kahveli, müzikli, içkili böyle bir toplantıda, insanlar tepkilerini daha rahat ortaya dökebilir, ağızlarındaki baklayı daha kolay çıkarabilir. Aynı günlerde, Montreal’in bir başka köşesinde, işte tam da böyle bir toplantı yapıldı. Şehrin merkezi semtlerinden birinde, daha sınırlı fakat somut bir planda dinler-arası diyalog konferansıyla benzer amaçları paylaşan, ancak mütevazı bir salonda yalnızca üç konuşmacının katıldığı nispeten küçük bir toplantıydı bu.

Ben dinler-arası diyalog konferansına gitmedim. Onun yerine, sözkonusu semtte epeyce zaman geçirmiş biri olarak, bu mahalle toplantısını izlemeyi tercih ettim. Konferansa gitmemekle neleri kaçırdığımı bilemem, ama bu toplantıyı izleyerek, mahallelinin kafasını yoran bazı konuları daha yakından anlamak gibi önemli bir fırsatı kaçırmamış oldum. Ayrıca, “diyalog” sorununun genel ve soyut bir düzlemden ziyade, özgül ve somut bir platformda tartışılmasına tanık olmak, doğrusu bana daha aydınlatıcı göründü.

Resmen duyurulduğu şekliyle toplantının amacı, semtteki Hasidik Yahudi cemaati ile bu cemaat dışında kalan ve “yerli” Qeubec’lilerle birlikte hayli heterojen bir topluluk oluşturan diğer semt sakinleri arasında “anlayış ve diyalogu geliştirmek ve böylece, ortaya çıkan bazı huzursuzlukların önüne geçmek” idi.
Hasidim cemaati, başta İsrail, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika olmak üzere, dünyanın çeşitli yörelerinde yaşayan dinci veya “dini bütün” Yahudi topluluklarından oluşuyor. Anavatanları, Orta ve Doğu Avrupa olmakla birlikte, artık o coğrafyada mevcudiyetleri çok azalmış durumda. Halen en yoğun şekilde bulundukları yer, herhalde hâlâ New York’tur. Kanada’ya ve Montreal’e dalga dalga göçen Hasidimlerin hatırısayılır bir bölümünün de New York ve havalisinden geldiği biliniyor. New York’un neredeyse değişmez simgelerinden biri olmalarına rağmen, rakama vurulduğu zaman, aslında nüfusları orada bile hayli marjinaldir. Ancak, gerçekte olduklarından daha kalabalık göründükleri için, hemen her yerde kolayca farkedilen, baskın bir mevcudiyetleri vardır (Bu konuya aşağıda geleceğim). Bugün dünyadaki toplam Yahudi nüfusu 16 milyon civarındaysa, “dini bütün”, ortodoks Yahudiler bunun en fazla % 15’ini teşkil etmekte. Bu % 15’lik bölümün de hepsi Hasidimlerden ibaret değil. Ağırlıklı konumlarına rağmen, Hasidimler bu ortodoks kesimin sadece Avrupa (Eşkenazi) kanadını oluşturmakta.

Toplantıyı düzenleyenler, Hasidik olmayan seküler Yahudilerden meydana gelen mahalli bir kültür ve medya gurubuydu. Burada “seküler” derken, Yahudi dünyasına aidiyet duygusunu gönlünde taşıyan, ancak genel topluma karışmış, kökten dinci veya “ortodoks” olmayan Yahudileri kastediyorum. Bunlara, dini gelenekleriyle bağlantısı kopmuş veya asgariye inmiş liberal Yahudiler kadar, dinci olmamakla beraber dindarlığını koruyan ve “makul” ölçülerde sürdüren “reformcu” Yahudiler (“Reform Yahudileri”) de dahil.

Konuşmacılardan ikisi, gene seküler Yahudi asıllılardan akademisyen ve yazar iki hanım, diğer üçüncüsü de Hasidimleri temsilen çağrılmış bir hahamdı. Tabiatıyla, kulaklar hahamdaydı. Zaten akademisyen-yazar hanımlar, kendileri veya semt sakinleri namına konuşmak yerine, biraz da hahamı kollayan bir şekilde, âdeta moderatörlük yapmakla yetindiler. Lâkin gayet hazırcevap olan hahamın kollanmaya hiç ihtiyacı yoktu ve sorulan tüm sorulara cevap yetiştirmekte pek zorlanmadı.

Gazetelerde önceden çıkan açıklamaya göre, bu toplantının düzenlenmesine vesile olan olay, mahallede bulunan bir sinagoga ek inşaat yapılması için Hasidimlerin belediyeye yaptığı izin başvurusunun reddedilmesiydi. Görünürde, bu başvurunun geri çevrilmesi için pek geçerli bir neden yoktu. Fakat anlaşılan, bu tür başvurulara bakan belediye encümeninde söz haklarını sonuna kadar kullanan semt sakinlerinin bastırmasıyla, ruhsat talebi reddedilmişti. Bu durum, son zamanlarda Hasidim cemaatlerinin mahallede hızla artan mevcudiyetleri karşısında duyulan rahatsızlığın son bir dışavurumu olarak yorumlanıyordu. Aslında rahatsızlığın da ötesinde, dillendirilmeyen, ancak “panik” derecesinde derin bir tedirginlikten bahsedilebilir.

Toplantı izlenimlerimi aktarmadan önce, bu tedirginliğin oluşum sürecine bir göz atmamızda fayda görüyorum.

641100cookie-checkMahallede diyalog havaları (I)
Önceki haberBabaları daha fazla yakmayalım
Sonraki haberYerçekimi
Adnan Ekşigil
Adnan Ekşigil 1953’te Istanbul’da doğdu. UCLA’da (University of California at Los Angeles) siyasal bilimler okudu, 1974’te mezun oldu. 1975 – 1981 arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1980 darbesinin ardından, YÖK’ün de kurulmasıyla birlikte fakülteden ayrıldı. 1982 – 1987 yılları arasında Fransa’da yaşadı, çeşitli yayın ve çeviri işlerinde çalıştı ve gençliğinden beri hobisi olan tarımla bağlantılı bazı projelere katıldı. 1983 – 84 yıllarında Sorbonne’un (Université de Paris) Felsefe Fakültesi’nde en sevdiği Fransız düşünürlerden olan Jacques Bouveresse’in seminerlerini izledi ve DEA yaptı. 1991’de, Trakya’da önceden başlatmış olduğu kavak yetiştiriciliğini genişleterek, fide ve fidan üretimine dönük çiftlik kurdu. 1992 – 2004 yılları arasında, Boğaziçi Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nde, Yeditepe Üniversitesi’nin de Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yarım ve tam-zamanlı olarak belirli aralıklarla dersler verdi. 2007’ten beri zamanının önemli bölümünü Kanada’nın Montreal kentinde geçirmekte olup, halen eski ve “arkaik” tohum koleksiyonculuğu, ağaç fidesi üretimi ve fidancılık ürünleriyle ilgili çeşitli ticari ve deneysel faaliyetlerde yer almaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.