Mesleklerinde ilk olan kadınların filmini çekti

“Nisvan”, Arapça “kadınlar” demek. Nisvan belgesel filmiyle, tarihe yaptıkları meslek anlamında ilk oldukları için geçen kadınları anlattınız. Kimdi bu kadınlar?

“Aslında, Nisvan Osmanlıca bir kelime. Yani eski türkçe.. ve Kadınlar anlamına geliyor. Osmanlıdan başlayan Cumhuriyet’le devam eden süreçte, Mesleklerin ilk kadın temsilcilerini konu alıyoruz…Bilinen mesleklerin sayısı kadar ilk kadınımızı belgesel serimizde anlatmak istiyoruz.. Şuana kadar 19 kadını 17 bölümde anlatabildik. Yolculuğumuz devam ediyor.
Ilk seride işlediğimiz kadınlar şöyle;

İNCİ ÖZDİL (İlk Kadın Orkestra Şefi)
MÜFİDE İLHAN (İlk Kadın İl Belediye Başkanı)
BEDİA MUVAHHİT (İlk Kadın Sinema Oyuncusu)
SAMİYE MORKAYA (İlk Kadın Otomobil Yarışçısı)
SÜREYYA AĞAOĞLU (İlk Kadın Avukat)
SATI KADIN (İlk Kadın Milletvekillerinden)
AYSİMA ALTINOK (İlk Kadın Beyin Cerrahı)
SEMİHA ES (İlk Kadın Savaş Muhabiri)
SEHER AYTAÇ (İlk Kadın Makinist)
FERİHA SANERK (İlk Kadın Emniyet Müdürü)
FATMA ALİYE (İlk Kadın Romancı – Felsefeci)
YILDIZ MORAN (İlk Kadın Akademik Fotoğrafçı)
REFET ANGIN (İlk Kadın Öğretmenlerden)
PERİHAN BAKANOĞLU (İlk Kadın Öğretmenlerden)
PERİHAN ONGAN (İlk Kadın Öğretmenlerden)
CAHİDE SONKU (İlk Kadın Yönetmen)
YILDIZ YALÇINLAR (İlk Kadın Beyin Cerrahlarından)
SABİHA BENGÜTAŞ (İlk Kadın Heykeltraş)
LALE ORTA (İlk Kadın Hakem)”

Bu 19 kadını kim oynadı? Onları oynayacak oyuncuyu seçmek de kolay olmamıştır herhalde?

“17 bölümün tamamında drama canlandırmalar yer aldı. Kadınlarımızın ilk olmaları sürecinde, hayatlarının dönüm noktaları, dönemide anlatarak canlandırıldı. Ve 800’e yakın oyuncu bu bölümlerde yer aldı. Özellikle ana karakter oyuncuların canlandırdıkları kadına benziyor olmaları bizim için önemliydi. Ve bu konuda çok başarılı olabildik diyebiliriz. Belki de böyle önemli bir konuda olması gereken buydu. Seçmekten ziyade bulabilmek konusunda Yaratıcının çok büyük yardımları oldu diye düşünüyorum. Çünkü konu gerçekten kadınların geleceği açısından çok önemliydi.”

Bu 19 kadın yaptıkları meslekte ilk oldukları için tarihe geçtiler. İlk olmak önemli mi? Yoksa en iyi olmak mı daha önemli?

“Ilk olmak kesinlikle önemli. Ama bu ilk olmayanlar için böyle. Bulundukları dönemin zorluklarını aşarak, hatta kendi dünyalarının sınırlarını genişleterek büyük cesaret, azim, çalışkanlık ve kararlılıkla aldıkları bu yolda İLK olmak birinci öncelikleri değildi ilk kadınlarımızın. Elbette, şuana kadarki bölümlerdeki kadınlarımız için bunu kesinlikle budur diyebiliriz. Ancak, matematik olarak, bugün binlerce kadının yer aldığı bir mesleği, ilk deneyen ve başarılı olan kadının ne kadar önemli bir kapıyı açtığını kabul etmemek mümkün değildir. En iyi olmak dediğinizde, bu doğru bir tabir olmaz. Çünkü zaten en iyi idiler. Orda sadece başarmak duygusu kararlılıkla yürütülen bir heyecandı. Ve başardılar.. Kadınlar adına çok büyük bir adım oldu bu başarıları…”

Filmde büyük bir prodüksüyon var. Oyuncular ve gala anlamında gösterişli bir film. Haber anlamında da neredeyse tarih yazmışsınız.

“Ciddi bir prodüksiyon var elbette. Sonuçta, 17 bölümde toplam 980 dakikalık bir belgesel serisi ve nerdeyse tamamında canlandırmalar söz konusu. Ayrıca, 180’e yakın söyleşi var. Konuları en doğru, belgeli ve şahitli anlatabilmek için bunlar. Ancak, tüm bunların arkasında büyük aşkla çalışan, yürekleride bir o kadar büyük bir ekip var. projeye inandılar ve canla başla çalıştılar. Onları güzel duygularla anmamak eksiklik olur. Gala olayıda projenin ilk bölümleri için hakkı olan değeri medya ve toplumla paylaşmak içindi. Burada Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve ekibinin büyük desteği oldu. Kadın olmanın, kadının bir kurumun başında olmanın sorumluluğunu kullanarak bizi ve projemizi desteklediler. Onlarada sonsuz teşekkür ediyoruz. Hep derim, Tarih siz ne yaparsanız yapın, zaten herşeyi kaydediyor. Yeterki, tarihe ne yazdırmak istiyorsanız, buna siz karar verin…Biz ve bu projede yer alan herkes, tarihe kadınlar adına iyi birşey yazdırmayı amaç edinmişti.. Umarım, bu güzel amacımızın devamıda aynı heyecan ve başarı sonuçlanır.”

Kaç yılda yazıldı, kaç yılda hazırlandı, ne kadar sürede çekildi, ne kadar sürede yayınlandı?

“Nisvan, 2007’de başlayan bir süreç, Ancak 2008’de çekimlere başlayabildik. Kadınlarımızın araştırılması, belge ve fotoğrafların toplanması süreci, onların belgesel formatına uygun taranıp, senaryodaki yerleri için hazır hale gelmesi ve röportajlar, hatta dönemin anlatıldığı söyleşiler toplamda 4 sene sürdü. Bu kadar uzamasının sebebi, en ince ayrıntıyı kaçırmak istememiş olmamızdı aslında.. Ancak, bir sinema filminin hazırlık safhasının 1 sene sürdüğünü düşünürsek ve 90 dakikalık bir filmin 1 ile 2 ay arasında çekildiğinide hesaba katarsak. 19 kadını , 17 bölümde 980 dakikada anlatmanın zorluğunun matematiğini siz yapın. Yani aslında iyi bir iş yapmak istiyorsanız, ona zaman ayırmak zorundasınız…ve 2012 sonunda galamız olduktan sonra TRT Belgesel’de yayına girdik.”

Belgeseli yaparken kimlerle çalıştınız? Hangi kaynakları kullandınız?

“Atatürk Kütüphanesinin, Kadın Eserleri kütüphanesinin, Osmanlı Eserleri kütüphanesinin, Sahafların, Üniversitelerin kütüphanelerinin, Bizimle çalışan genç tarihçilerimizin, Hayatını konu aldığımız kadınların, onların yakınlarının, yani tüm olabilecek kaynakları kullanmaya çalıştık. Biyografi belgeseli çekiyor olmanın sorumluluğu sırtımızda ağır bir yüktü ve bu ağırlığı detayları kaçırmayarak hafifletiyorduk. Ancak, çok sayıda destekçimiz oldu. Tek tek onları saymak mümkün olmadığı için sonsuz teşekkürlerimizi arz edeyim. Tarih bir başarıyı yazarken onlarıda altın harflerle yazmayı unutmadı.”

Bu kadınlardan hangisinin hayatı sizi çok etkiledi?

“Bu sorunun cevabı şu kadın demek olmamalı bence. Çünkü her meslek kendi içinde büyük zorluklara sahip. Erkeklerin dünyası diye tabir ettiğimiz bir hayatın içinde, kadınların bu mesleği bende yapabilirim demesi, zaten çok etkileyici. Çünkü cesaret adım atmaktır denir. Ancak, cesaret bir yerde esarettir. Yani adım attığınız yerde geriye dönüş yoktur. Başarmak zorundasınızdır. Bu kadınların tümünde bu heyecan ve cesaret örneğini görebiliyoruz. Çalışkan, Azimli, hırslı ve kararlılar. Bir yerde bu hayatlar bizler için yol haritası ve karanlık bir mağarada yol gösteren ışık gibi. Etkilenmemek mümkün değil. Elbette dahada ötesi büyük bir saygıyıda hak ediyorlar.”

Hangisinin hayatı sizi çok zorladı?

“Zorlanmak demek ne kadar doğru bilmiyorum ama, işlediğimiz konular içinde ilk kadın sinema yönetmeni olarak Cahide Sonku bölümünde özellikle bölümün son sahnesinde bizi dizginleyen bir zorluk yaşadık. Hayatın bir anlamda kısa özeti gibi, şan şöhret ve yükselmenin ardından, inanılmaz bir sonun nasıl anlatılması gerektiği kısmı bizi çok zorladı diyebilirim.

Biyografi belgesellerinde herşeyi, kurgu ve anlatım diliniz ölçüsünde aynı hali ile anlatmak gerekliliği var. en azından böyle biliniyor. Ancak, kadınlar için çok önemli bir ilk olma özelliğinin sahibine, ölümünün sokaklarda gerçekleştiğini canlandırmak doğru olamazdı. Bizde sinema ve tiyatronun tabiri ile kapanan bir perde ile sonsuz yolculuğuna uğurladık, Cahide Sonku’yu. Bazen kötü şeyler, yaşadığımız kötülükler, bir başkasının hayatını iyi yaşamasını sağlayabilir. O yüzden çekinmeden o konuyu konuşmak ve anlatmak gerekebilir. Fakat, hak edilen saygınlık, kişilerin hayatlarında yaşadıkları yanlışlıklara verilmez. Doğrulara verilir. Onun yaşamış olduğu yanlışlıkları eleştirmek doğru olabilir ancak bu onun yaptığı doğrularıda silmez. Yani yanlışlıkları konuşmak, yargılamaktan daha doğrudur. İnsan olmanın özünde yanlışların içinde doğruları görebilmek vardır. Sanırım buna da tecrübe diyoruz.”

Nisvan 17 bölüm ve 19 kadınla mı sınırlı olacak. Gözümüz listede daha çok kadını arıyor. Devamı varmı, bunun için neler yapıyorsunuz?

“Elbette burada bitmiyor. Toplam 100 kadın seçtik ve 89 bölümde belgeselimizi bitirmeyi düşünüyoruz. İlk bölümleri izleyenler, Sabiha Gökçen niye yok diyorlar. Elbette var , Sabiha Gökçen ikinci bölümde yer alıyor. Sonuçta toplumca bilinen kadınları en öne alsaydık. Ilerki bölümlerde ilgi azalabilirdi. Heyecanlı ve tezcanlı bir toplum olduk. Hemen değerlendirme yapmayı daha doğru zannediyoruz. Halbuki bunun bir süreç olduğunu bilmemiz gerekir…

Hazırlıklarımız sürüyor. Ancak, takdir edersiniz ki büyük prodüksiyon isteyen işler bunlar ve henüz sponsorumuz yok. Önce araştırma sürecimizi tamamladık, Şimdi Sponsor çalışmamız olacak. Ayrıca, Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü projemiz için sponsor olan kurum ve kuruluşlar için yüzde yüz vergiden muaf belgesi Verdi. Umarız büyük bir kuruluşla Nisvan’ın devamında beraber olabiliriz.”

Sizce konunun kadın olması mı sizi yavaşlatıyor. Günümüzde bir çok kurum kadınlar için projelerine destek veriyor.

“Konu kadın diye sponsor zorluğu çekiyorsak, bu en çok beni üzer. Sanmıyorum. Projemiz TRT’de yayınlandı. Ve çok beğenildi. Biz biraz üretim konusunda iyiyiz. Satış başka bir platform. Bu konuda sanırım desteğe ihtiyacımız olabilir. Sonuçta neyi nerde sattığınız önemlidir. Çölde su satmaya kalkarsanız. Belki en çok ihtiyaç olan yerdir ancak, müşteri bulamazsınız. Biz bu kısmına çok zaman ve fikir harcayamıyoruz. Dediğimiz gibi, konumuz başarılı kadınlar ve kadınlar çocuklarımızın ve bizlerin geleceğini inşaa ediyorlar. Onları anlattığımız bir çalışmaya da, iyi bir gelecek isteyen bu bilinçteki kurum ve kuruluşları projemize davet ediyoruz. Ancak bunu söyleyebilirim…ayrıca vergi muafiyeti konusuda devletin böyle projelere verdiği bir başka değerdir. Firmaların bunu göz ardı etmemeleri gerekir. Yani kadınlar ve erkekler artık hayatın her evresinde beraberler, tüm mesleklerde kadınlar artık varlar. Geçen senelerde dünyada en çok kadın CEO olan ülke Türkiye idi. Bunu göz ardı etmemek gerekir… Biz CEO olan, büyük kuruluşların başındaki kadınlardan asıl destek bekliyoruz. Kadınların başarısını temsil ettikleri için…”

Bu kadınlar erkek işi olarak kabul edilen mesleklerde kadınların da var olduğunu göstererek tarihte yerlerini aldılar. Toplumlarda kadın ve erkek rolü nasıl şekilleniyor?

“Biraz öncede söylediğimiz gibi, yüz yıllardır erkekler dünyası dediğimiz bir erkek hegomonyası söz konusu. Bu günün kadınlarına baktığımızda var oluştan bu yana kadınların buna nasıl izin verdiklerine şaşırmıyor değilim. Kadınlar bugün hayatın her evresinde varlar. Eksik olan, beceri ve zeka olarak geri kalınmış bir durum asla söz konusu bile değil. Belki de hayat teknoloji ve bilgi çağının getirdiği yeni bakış açısı ile, fiziksel gücün GÜÇ olmaktan çıkardığı yeni bir dünyayı getirdi bizlere… belkide sürekli savaşan erkeklerin, savaş kazanma çabaları ve bu konuda geliştirdikleri teknikler, savaşmadan da savaşın kazanılabileceği bir dünyayı hazırladı. Böyle olunca, aslında bileği kuvvetli olanların değil, beyni kuvvetli olanların daha güçlü olduğu bir dönem gelmiş oldu. Tabiki burada kadınlarımızda devreye girdiler. Hatta sanatın beyinle birleştiği noktalarda eşitlik hatta üstünlük değerleri değişti. Ve bugünün başarılı kadınları doğdu.

Peki bunla sınırlı kalacak mı? Sanmıyorum.. Çünkü Kadınlar daha yeni yeni kendilerin tanıyorlar. Geçmişin onlara yüklediği eksiklikleri yeni yeni siliyorlar. Ev kadını tabiri yada sınıflandırması tarihe karıştığında kadınlar bir başka derecede hayatı şekillendirenler olarak tarihte yerlerini alacaklar aslında… Ben kişisel olarak, kadınların daha değerli kılındığı bir toplumda savaşların olabileceğine inanmıyorum. Çünkü Anne kavramı bütün kötülüklerin içsel güçlü duygularla yok edildiği bir değer olarak, kötülüklere dur diyebilecek güçte. Bugünün dünyasında kadınların yönettiği bir dünyada savaşların olabilmesi mümkün değil bence. Kulağınızdan tutulan bir elin şefkati sizin elinizdeki taşı yada silahi bıraktırabilir. Çünkü herkesin annesi var. ve annelerin sözü hep dinlenir…”

Türk toplumunda 100 yıl önce ve şimdi kadının rolleri üzerine bir değerlendirme yapsak ne gibi sonuçlar ortaya çıkar?

“1900’lü yıllarla bugünü kıyasladığımızda, sadece Türkiye için değil, Dünya içinde kadının rolü, kendisine verilen dışında değildi. Tabiki istisnalar var.. Kendini aşmış toplumun, ön yargıların, kuralların, örf adet ve geleneklerin üzerinde irade gösteren kadınlar hep vardı. Yüz yıllar öncede vardı. Gerçi kadınlar yüz yıl once yada daha öncesinde sadece kendilerin verilen rollerin kalıbı içinde kalıyorlardı demekte doğru değil. Savaşların, ülke yönetimlerinin, gelişmelerin içinde tarihte önemli yerlere gelmiş erkeklerin yanlarında yada arkalarında onlarla uyumlu kadınlar hep vardı. Bir anlamda o başarıya onlarda imzalarını attılar. Ama ön planda olmak gibi gayeleri yoktu. Zaten izinde verilmezdi. Uyumun en önemli parçasıda belkide erkeklerin bu egolarını tatmin etmelerine ses çıkarmıyor olmalarıydı. Bunu bilmek mümkün değil.

Günümüz Türkiye’sinin kadını ile yüz yıl önceki Türk kadının toplumadaki rolü yüzde yüzlük bir değişime uğradı diyebiliriz. Şartlar ve bakış açıları tamamen değişti. Özellikle savaşlar, açlık, doğal felaketler, dünyanın dengelerinin bozulduğu yıkımlar, insanları düşünmeye kendini sorgulamaya iterken, kadınlarda kendilerini sorgulama ve sorgulatma şansına sahip olabildiler ve hergün kadınlar adına büyük gelişmelerin yaşandığı bir dönemi girilmiş oldu. Kadınları çok daha güzel bir gelecek bekliyor diyebilirim.. Ama, bir uyarı yapmadan da geçemiyeceğim.. Kadınlar buldukları bu şansı, bilimi teknolojiyi psikolojiyi inancı ve insanlık değerlerini doğru anlayarak, kendilerinde toplayarak yürürlerse başarılı olurlar. Tüketim toplumlarının, televizyonun yarattığı sanal dünyanın gerçek dışı değerlerine kendilerini kaptırırlarsa, erkeklerin yaşadığı hezimete uğrayıp tekrar, yüzyıllar öncesinin değersizliğine doğru gerileyebilirlerde. Bence yaşadığımız dönem bu derece tehlikeli şekillenmelerin En Noktası.. Yani kadınlarımıza düşen görev, hem insanlık adına hemde kadınlar adına iyi bir gelecek oluşturmak için mücadele isteyen bir dönemi kapsıyor.”

Dişil ve eril enerjideki denge bozulunca her şey alt üst oluyor. Bundan sonra bu denge nasıl kurulacak? Gerçi eril enerji sadece erkeği, dişil enerji de sadece kadını anlatmıyor. Hepimiz dişi ve erkek enerjilerini içgüdüsel olarak içimizde taşıyoruz. İstediklerimizi, eylemlerimizi beden tipleriyle ilişkilendirirsek doğru sonuca varamayız. Peki bu kavramları nasıl anlayacağız ve kavramların içini nasıl dolduracağız.?

“Dişil ve eril enerjinin dengesi kendi içinde kendi kendini tamir eden bir yapıya sahip aslında. Ve bunların ne kadarı kadın ne kadarı erkektir gibi hesaplama gafletine düşmemek lazım ayrıca. Sonuçta var oluşta Adem ile Havva’nın sonrasında oluşan insanlığın ilk evrelerinin nasıl olduğu sürecin nasıl devam ettiği, algılarımızın dışında olaylar bence. Buna hangi çerçeveden bakarsak bakalım. Sonuçta bugüne ulaşmışız ve her iki enerji ayrı iki değeri ifade ediyor. Yani canlılar, erkekler ve kadınlar, insanlar, hayvanlar ve bitkiler, yada diğer varlıklar ve alemler. Bu çatı çok geniş bir bakış açısı ile ancak asla yüzeysel bir bakışla bakılmaması gereken değerler. Kadın ve erkeğin enerjileri içinse, kişisel değerlendirmem. Bildiğim kadar olabilir. Birikimlerim bana, Akıl Beden ve Ruh kavramında, Ruhun ne anlama geldiğini daha derin araştırmam gerektiğini söyler hep. Ruhu burada bir güneşe benzetebilirim. Ve O’nunu hiçbirşeyden etkilenmediğini ve etkilenmeyeceğini, ancak etkileyebileceğini söyleyebilirim. Akıl ve bedeni ise, gökyüzü ve yeryüzüne benzetebilirim, birbirinden sürekli etkilenen ve eksiklikleri olan gerçeklikler.. Ruh burada enerjiyi, tam olmayı, insanı kamil olmayı, en sağlam ölçüyü, herhangi birşeyi kazandığında yada kaybettiğinde bunun O’nun için bir önemi olmadığı gerçeğini, Nefs’in üzerinde bir yaşamın tam anlamı ile mutluluğu getirdiğini ve asıl olmanın anlamının Ruh’ta toplandığını temsil eder insanlar için… Burda dişil yada eril enerjinin özünde nefs ve bedenden kaynaklı etkilenmelere kendini kaptıran bir insanın, kadın yada erkek farketmez. Bozuk bir denge dönemine giriyor olmaları normaldir. Çünkü asıllarından uzaklaşmışlardır. Yani aslında bu denge hiç bir zaman bozulmaz. Siz diğer çerçeveden bakarken, netliği kaybedersiniz. Ruhların eş olması kavramına da inanmak istemekle beraber, böyle bir gerçekliğin söz konusu olabileceğine ve aslında her ruhun bir eşi olduğuna dünyadaki yolculuğunda en azından bir kere onunla karşılaştığına, fakat bu şansı değerlendirme konusunda Yaratıcının kuluna özgür irade verdiğine inanıyorum. Yani farkındalık gücü verildiği halde, bunu farkedemiyor olmak yada olmamak yine insanın kendi iradesinde olan bir hikmek olarak biliyorum. Yani sonuç olarak, yaşam evresinde hazır olmamız gereken o ana hazırsak, yani düşüyorken asla bir dala denk gelmeden düşmeyeceğimiz gerçeğine inanarak, o dalın yanından geçerken tutunmamız gerektiği bilincine sürekli vakıf olmamız gerekliliğinin bir başka bilincidir bu..

Sonuç olarak, enerji dengelerinde bozukluk diye birşey yoktur. Sisteme virüsü siz sokarsınız. Ve sistem çöker. Doğru virus programları ile çalışan bir işletim sistemine virus zaten giremez. Buna dinde “takva” deniyor.. Takvalı yaşamak tüm enerjileri dengeler…”

Tarihe özel bir ilginiz olmalı? Miras filmi de tarihsel bir olayı anlatıyor. Musul ve Kerkük’teki Türklere ait toprakların nasıl ellerinden alındığını anlatan bir film. Bazı aileleri harekete geçirdi sanırım bu film?

“Miras filmi. Benim Yapım Koordinatörü olduğum bir film’di. Türk tarihi için önemli bir konuyu işliyordu.. Yani Türkiye’nin ortadoğuda bıraktığı ve doğu ve güneydoğusundaki petrolleri… Bugünün avrupa ve amerika’sının ortadoğu politikaları, kan gölüne dönen ortadoğu bölgesindeki asıl savaşların sebebi olan petrol. Filmden sonra, elbette bazı aileler ve ilgili olan kişiler biraz heyecan duymadılar değil. Çünkü halen özellikle ırak bölgesinde, Abdulhamit’in mirası olan petrol bölgeleri ile, Neftçi ailesinin hakları olan Petrol Yatakları malesef sahibi belirsiz keşmekeşin içinde öylece duruyor. Bir malesef daha demek istiyorum. Film Türkiye’mizin Güneydoğu ve Doğu anadolu bölgesinde 60 noktada petrol olduğuna dair bir gerçekliği anlatıyor olmasına ragmen, ki 2008 yılında gösterime girmiştir film.. Malesef daha yeni Siirt’te petrol bulundu deniliyor. Yani bu kadar önemli mesajlar toplum ve medya tarafından çok ilgi görmüyor.. Sanırım avrupanın ve amerikanın ortadoğu politikası Türkiye’mizin doğu ve güneydoğusunuda kapsıyor ve o plan çerçevesinde üç maymunu oynamakta bizlere düşüyor… Ancak, tarihi kahramanlıklar dolu bu milletin, hakkı olan değerleri hiç bir güce kaptırmayacağına kişisel inancım hep olacak…”

Osmanlı mutfağı ilginizi çekiyor? Bu konuda çalışmalarınız var. Osmanlı mutfağı tam anlamıyla biliniyor mu? Mutfak bir kültür elbette. Osmanlı mutfağının özelliği nedir? Osmanlı mutfağı deyince ne anlamalıyız? Osmanlı Saray mutfağı deyince ne anlamalıyız?

“Mutfak konusu aslında başlıbaşına çok zevkli bir konu. Sonuçta hayatında bir tadı var. Sizi mutlu yada mutsuz eden bir tad bu. Yemeklerde öyle. Osmanlı Mutfağı konusu ise asla yüzeysel incelenemez. Osmanlı nerdeyse 800 yıllık bir tarih. Bu kadar uzun bir sure çok geniş bir coğrafyada yaşamış olmak çok fazla kültürüde kendi içinde barındırmış olmak demektir… Zaten Osmanlı’ya baktığımızda kültür paylaşımı konusu imparatorluğun bu denli uzun yaşamasına bir sırrı aslında. Osmanlı mutfağının özellikleri ile ilgili, Florya’da yerleşik Eşraf Osmanlı ve Türk Mutfağında bazı çalışmalar yapıyoruz. Yemeklerin pişirilme yöntemleri, yemeklerin içlerinde kullanılan kemik suyu, doğal ürünlerin seçilmesi, mevsimine gore sebzelerin mevsiminde tüketilmesi ve daha nice detaylar… Genel anlamda, bugünün keşfi gibi görünen kan gurubuna gore beslenme, aslında Osmanlı döneminde dört guruba ayrılan insan karakterlerine gore gıdalar vardı dediğimizde ne denli ileri beslenme kültürleri olduğunu anlabiliriz. Yemeklerin pişirilme yöntemlerinden başka, sofra adabı, yemek miktarları, çeşitliliği ve sağlık için özel karışımlar ise Osmanlı Mutfağının sır tarifleri arasında. Bu çalışmayı Eşraf’ta tamamladığımızda toplumumuzu da bu konuda bilinçlendirmiş olacağız…”

Türk mutfağı deyince de ne anlayacağımız konusunda da kararsızlık var. Bölgelere, etkileşime göre değişiyor doğal olarak…

“Aslında böyle bir kararsızlık yok. Türk Mutfağı ve Osmanlığı Mutfağı aslında aynı şeyler. Ancak, özellikle yayılmacı bir politika ile yönetilen Osmanlı döneminde çok geniş bir coğrafyada yemek kültürümüzünde değişik coğrafyalardan etkilenmiş olması çok normal. Bizdende o coğrafya etkilenmiş aslında… Asıl tehlike bugün var.. Fast food dediğimiz hızlı gıda tüketimi insanlara, sağlıklı olmayan, obezite dediğimiz hastalıklara kapı açan, yemek kültürünü kökünden baltalayan bir virus gibi. Insanlar nerdeyse, yemekleri haplarla tüketmeli psikolojisi aşılanıyor ve doğanın bize sunduğu milyonlarca besinİ kendi özellikleri dışına çıkararak yok ediyor. Bugün amerikada yüzlerce çeşit sosla yenilen, fabrikasyon üretim tavukların tüketildiği bir toplum var. ve bunun kendilerine olan zararı farketmiş olmalarına ragmen, toplumu değiştirme çabaları pek işem yaramıyor. Osmanlı ve Türk Mutfağının zenginliği, sağlıklı oluşu, Yemek yemenin bir sanat , yemek yapmanın bir zanaat oluşu gerçeği tüm bu yozlaşan yemek kültürü ile savaş veriyor. Umarım bilinçli tüketicilerin sayısı artar ve bu savaşı bizim mutfaklarımız kazanır.”

Tarihe olan ilginiz malum… Peki ilgi alanınıza giren başka hangi konular var? Sizi hangi projelerin içinde göreceğiz ya da görebiliriz?

“Çok zengin bir tarihimiz var. Böyle olunca da çok şanslı görüyürüm kendimi. Üzerinde çalıştığımız konular var elbette. Henüz tamamlamak üzere olduğumuz OSMANLI MARŞLARI belgeseli var. Mehter’in ve müziğin tarihimizdeki yerini konu alıyor. Çok yakın zamanda TRT AVAZ’da izleyebilirsiniz. Çanakkale ile ilgili bir çalışmamız var. Farklı bir bakış açısı ve değerlendirme yaptığımız bir çalışma bu.. Hatta burada “Çamakkale ruhunu yaşatma derneği”ni kurduk. Sonuçta Çanakkale Türk tarihinin en önemli mihenk taşlarından biri. Hak ettiği değeri vermemiz gerekiyor… Diğer projelerimiz sürpriz olsun.. Katre Yapım’ı Facebook’tan ve internetin diğer mecralarından takip edebilirler.”

737010cookie-checkMesleklerinde ilk olan kadınların filmini çekti

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.