Polonya Sineması, Kieslowsk’nin dünyası

İSMAİL BAYER –  Polonya Sineması, Avrupa Sineması’ndan hep farklı olmuştur. İşbirliği, etkilenme, elbette vardır. Ama özgünlüğünden, farklı bir dünyayı tanıtma ve yansıtmaktan ayrılmamıştır. Krzysztof Kieslowsk’nin dünyasında bir bucuk saate yakın dolaşırken, öncelikle bunu düşündüm.
Polonya filmlerinin, ülkemiz beyaz perdesinde çok yer aldığını söylemek pek olası değil. Ticari kaygılar ön planda olmadığından, reklam harcamalarına yönelmemelerinden, seyircilere ulaşabildiğini de söylemek zor. Arayan izleyci ise bu filmlerle buluşabiliyor. “Başka Sinema” programı içinde, sınırlı illerin sınırlı sinemalarında, kısa süre yer alan bu filmleri izlemek, bence bir ayrıcalıkdır. Bunu düşünen, gerçekleştiren ve sürdürenlere, teşekkür etmek gerekir.
Bizi farklı dünyalarla tanıştırıp, yolculuk yaptırıyorlar. Her ay, İstanbul ve Ankara programın da yer alan filmlerden, mutlaka bir veya ikisini izlemeyi gerçekleştiriyorum.
Geçen ay bu farklı dünyalara yolculuk yapmak, Polonya ile gerçekleşti. 70’li yıllarda, Ankara’da sinematek günlerinden bu güne, Polonya filmi olduğunu görünce kaçırmamaya çalışıyorum.
Ünlü yönetmenlerin,  bazı ticari sinemalarda da gösterim bulan filmleri bir yana, ismini ilk kez duydğum bir yönetmen olsa da, Polonya filmi ise, düşünmeden sinema biletimi alıp, beyaz perdede yeni açılan dünya da yolculuğa başlıyorum.
Geçtiğimiz yıllar da, bir kaç günlük Polonya – Varşova ziyaretim de, bu ülkenin ve insanlarının, Avrupa’dan farklı olduğu gibi bir izlenim edindim. Belki de, filmlerden kalan bir önyargı, beni bu sonuca götürdü.
Avrupa ile Asya arasında kalmış, Almanya ile Rusya arasında kalmış, sürekli işgaller ve savaşlar. Ayrıca başlı başına bir Hitler katliamının yoğun yaşandığı bir bölge. Sıkıştırılmış, adeta arada kalmış bir insanlık. Bu olgu, hareket ve sözden daha çok, düşünce ve duygusallığıda mı getiriyor acaba.
Krzysztof Kieslowsk’nin “Veronıque’in İkili Yaşamı” filmi de, bana bunları düşündürdü.
Yeni bir film de değil. Bir çeyrek asır öncesinin filmi. 25 yıl önce çevrilen bir film. 91 yılında çevrilen bir filmi, 25 yıl sonra 2016 da izliyoruz. Bu eski bir film anlamına da gelmesin. Sanki geçen yıl çevrimiş, yeni vizyona giren bir film olarak da değerlendirilebilir.
Başrolde ki, Irene Jacop bence çok başarılı. 1991 Cannes Film Festivali’nde, En İyi Kadn Oyuncu (Fipresci Ödülü) alması da bunu bir kanıtı sanırım. Film ayrıca, 1992 Altın Küre Ödülleri, Yabancı Dilde En İyi Film Adayı’da olmuş.
Philippe Volter, Sandrine Dumas, Aleksander Bardini başrolde ki, diğer sanatçılar.
Filmin beni etkileyen bir diğer yönü, müziği ve filmde yer alan şarkılar. Nefis bir ses. Bir konser salonun da gözlerinizi kapatıp, ayrı bir dünyaya yolculuk yaptırıyor hissini de veriyor.
Farklılıkların ayırımı ya da bütünlüğü, insanların farklılığı ya da aynılığı. Duygular ve yaşam yolculuğu.
Farklılığın altı, çarpıcı bir şekil de çizilirken, aslında savunulan yaşam, yaşamımızın bütünlüğü.
İki farklı ülke. Fransa ve Polonya. Polonya filminde seçilen, Avrupa ülkesi Fransa. Bu da işin ayrı bir yönü. Avrupa’nın deniz gören bir ucundan, Asya’ya yaslanan bir diğer Avrupa ülkesine.
İki ayrı ülke de dünyaya gelen iki kız, ayrı ülkeler de yaşıyorlar. Doğumlarından sonra, 20 yıllık bir süre geçmiştir.
Ortak bir yönleri var mı. Akrabalık, yakınlık ve bunun gibi. Hiçbir yakınlık, tanışıklık yok. Bir birleri ile değil haberleşme, bilgilenme bile yok. İki ayrı ülke de iki ayrı yaşam. Aynı yaşlardalar. Parelllik sadece yaş ile sınırlı.
Bu iki ayrı ülke de yaşıyan, iki ayrı genç kız, ama benzerlikleri vardır. Kieslowsk’nin dünyası, yaşama bakışı, onları bir birbirine benzer kılarak yorumlamaktadır.
Müzik yetenekleri, algıları, yorumlamaları, öylesine güzel aktarılmış ki, belirttiğim gibi sadece bu sahneler için bile film, seyredilmeğe değer bir önem taşımaktadır.
Rahatsızlıkları da vardır.
Küçük farklılıkları da. Bu farklılıklarla ilgili farkındalık yoktur ama, biri diğerinin deneyimlerinden yararlanır gibi olmaktadır. Yaşam, elbette farklılıkları içerir.
Bu iki genç kızın yaşamı, duygusal bir bütünlük, belki de başka tür bir aşk ilişkisi. Onun için farklı bir bakış açısı, değişik yorumları olan bir yönetmen. Polonya sinemasının, arayışlarının, deneyselliğinin bir örneği. Onun için herhalde, Polonya Sineması’nın, dünya sineması içinde önemli bir yeri var.
Bir sona eriş yok filmin anlatımın da. farklı bir şekilde devam söz konusu. Birinin yaşamının sona ermesi, diğerinin yaşamında, devam etmesi gibi.
Bir devinim süreci adeta.
Sinemadan çıkınca, çok eğlendim ya da iyi vakit geçirdim demiyorsun. Yaşamı, farklı bir yorumlayışı izlemenin dürtüsüyle, düşünmeğe çalışıyorsunuz. Ya da diyelim ki, filmi anladım mı diye, yeniden yorumlama gereğini düşünüyorsunuz. Bu da sizin filmden etkilenmiş olduğunuzu gösteriyor.
Filmin görüntü ve ses düzeninin de son derece başarılı olduğunu belirtmeme gerek yok. O yüzden bir buçuk saat sonra, film bittiğinde, bitti mi zaman nasıl çabuk geçmiş, oysa öylesine bir uzun yolculuk da yaptım dyerek, bir başka çelikiyi
yaşıyorsunuz.
Film eleştirmeni değilim. Geniş bir sinema kültürüm de yok. Ama bazen rast gele, bazen seçerek, izlemeğe çalışıyorum. Polonya Sineması deyince ise, hemen merakla kendimi sinema salonun da buluyorum.
Televizyon da, bilgisayar da, daha küçük ekran da, hatta telefon ekranın da film seyredenlere, şaşırıyorum.
Son söz olarak, fim sinema da seyredilr. Beyaz Perde’nin büyüsü bir başka.
Ara sıra bu büyülü yaşama katılmakda da fayda var. İyi seyirler.
________________
Balıkesir – Bigadiç.  12 Eylül 2016. Pazartesi.  [email protected]
2015750cookie-checkPolonya Sineması, Kieslowsk’nin dünyası

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.