R2’niz bol olsun!

Gazete fıkracılığında eskiden beri âdettir: Yılbaşıları havadan sudan yazılır, ciddiyet bir yana bırakılır. Hafif sulu bir yılbaşı yazısı dilerseniz, bundan yana hiç sıkıntım olmaz; bende bolca vardır. Hoş, benim yazdılarımı zaten ciddiye alan da yoktur…

Geçenlerde, bir ressam dostumun İstanbul’daki sergisi için düzenlenmiş açılış kokteylindeydim. Ortalık yerde gezinen garson kızların tepsilerindeki ıvır zıvırdan bir şeyler tıkınıp elimizdeki rakı kadehleriyle geziniyor, uçuk kaçık tablolara esneye darala bakınıyor, sanki anlarmış gibi kafa sallıyorduk. Vakit de geçmek bilmiyordu. Tanıdık birilerine rast gelmek hevesiyle, resimlere güyâ bakınıyor gibi gözlerimizi kaydırarak bir yandan salonu tarıyorduk.

Resim karalamasına bakma vazifemi çabuk tarafından savdım, kalabalığın arasında Hacivat’ını arayan Karagöz gibi dolaşmaya koyuldum. İçki servisinin hızlandığı sıra, yeni tanışanlar ikili üçlü gruplar oluşturmaya başlamış bulunuyorlardı. Sergiye davetliler arasında olan bir hanımefendiyle daha girişte ayaküstü tanıştırılmıştık, sonra birbirimizden uzaklaşmışız, kalabalıkta gözden kaybetmiştim. Ben hâlâ yalnızdım. Öylesi kalabalıklarda yalnız kalınca, pencere kenarında pervaza ilişmiş gibi olur insan; eğreti durur…

Kapıda tanıştırıldığım hanımefendi, ben ikinci kadehimi ortalıkta gezdirilen tepsiden alana kadar hatırlamayacak derecede kendimi resim sanatına vermiş olmalıyım ki, sonra gözüme ilişmemişti… Garsonun servisini göz ucuyla arandığım bir sıra, onunla yine göz göze geldik. Sanırım, bu hanım salonda bir süredir beni izlemekteydi. Uzaktan bana bir şerefe yapınca, oraya seyirtmem kaçınılmaz dürtüye dönüştü. Yanına vardım, selamlaşma tekrarı yaptık! Bir halkla ilişkiler şirketinde çalışıyormuş, otuzlarında bir bayan, kocası da az sonra gelecekmiş, gelmese de ziyanı yokmuş, bekletilmeyi zaten hiç sevmezmiş. Gelmedi, çeker gidermiş…

“Aslına bakarsanız” diye söze girdi,“gözüm sizi bir yerden ısırıyor. Geçen seferden tanışıyor olmalıyız…” Hanımefendiyi ömrümde ilk kez görüyorum, ne ki kibarlığı elden bırakmayıp, olabilir, dedim. Bir yandan da baygın baygın bakan hanımefendiyi izliyorum, ciddiyet derecesini ölçmeye çalışıyorum. Böyleleri bazen dalga geçer, makaraya alır da… “Belki, sanatçımızın bir önceki sergisinde tanışmışızdır” diye duruma uygun bir şeyler söyledim, “Ama, affedin beni, vallahi tam olarak anımsayamıyorum… Sizce ne zamandır tanışık bulunuyoruz?”

“Yok, yok!” diye istihza ile yanıtladı. O sırada, elindeki rakısını burnu hizasında kaldırıp içindeki bulanık bulut rengi ispirto sıvıyı bir mercek gibi kullanarak, bana rakı içinden bakmaya çalışıyordu… “Geçen sefer diye adlandırdığım, bir önceki hayatlarımızdır. Ben sizinle önceki yaşantımızdan tanışıyorum.”
“Yaa… Öyle mi?!” dedim, pek hayretler içinde kalarak… Ter basmıştı! Dur sen, bir belaya çatmayalım da….
“Öyle tabii ki” dedi, “Ben hiç yanılmam! Sizinle, önceki hayatlarımızda evlilik bile yapmış olabiliriz; o kadar yakînen tanışıyoruz…” Demek, şimdikinden evvel de bir evliliğim bulunuyordu, ama baksanıza, ben bütün bütün olanları unutmuş görünüyordum. Yanımdan garson kız geçse, çaktırmadan soracağım: “Kızım, kaç kadeh devirdiniz bu hanımefendiye?”

Garson kız görünmüyordu… O ise benim rakı bakındığımı sanmış olmalı, elindekini elime tutuşturdu. “Aynı kadehten içki içenler”, dedi, “aynı duyguları paylaşırmış! Bu bir Hint atasözüdür. Siz şimdi benim rakımı alın, beraber içelim, bakın nasıl bir bir hatırlayacaksınız…” Saygısızlık olmasın diye kadehi aldım, rujlu dudak izi bırakılmış bardak tarafını öbür yana çevirip bir iki yudum yuvarladım. “Hah, şöyle!” dedi, “Hatırlamaya başladınız mı?” Hatırlamak çabası çok uzun sürmedi, kadehin sonuna doğru ben de ufak ufak bir şeyleri anmaya başlamıştım. Galiba biz evli kalmıştık önceki hayatlarımızda… Sonra boşandık mı, yoksa ben hücceten öteki dünyaya, ya da bugünküne erkenden gelip bu zavallıyı dul mu bırakmıştım, ne?! Dalgın bir hâlde, ben maziyi araştırırken, o, “Aklınızdan geçeni okuyorum!” dedi, “Benim altıncı hissim çok kuvvetlidir, siz pozitif düşünmüyorsunuz… Biraz pozitif baksanız a, hayata! Her şey, olumlu düşünürseniz yolunda gidecek!”

Baklasız falcı gibiydi… Belki de, eski hayatımdaki o evliliğimde, evde Ali kıran baş kesen olup karı sözü dinlemediğimden her şey ters gitmişti, ben de o yüzden şimdi mutsuzdum. Ne ki, şimdi karşımda duran bu hanımefendinin pozitif akıllarını o zaman kuşansaydım, sırtım hiç yere gelmezdi. Öte yandan, karşımdakine şöyle bir alıcı gözle bakıyorum. Eğer bu fıkır fıkır hâlleriyle bana geçmiş hayatımda eşlik etmişse, karyola gıcırtısı bol bir hayat sürmüş olmalıyım. Narin bir beden, paluze endâm, konuşurken dudaklarını ısırarak lakırdı eden bir ağız, kıkırdayan bir ses, hafif şuh bir edâ… Daha ne olsun?
“Siz roman moman yazıyormuşsunuz” diye lafı başka mıntıkaya çekmesinden anladım ki düşüncelerimi okuma maharetinde olan bu eskilerden kalma antika hanımım, şimdi aklımdan geçeni anlamıştır. Doğrusu ayıp olmuştu.

“Yazdıklarınız, bari, The Secret kadar çok satıyor mu? Satmıyorsa, geç!” diye ansızın sordu. Türkiye’deki tüm hanımların çantalarında birer tane The Secret olduğunu bildiğimden, “Nerdee…” diye olumsuzladım.

“Bak! Gördün mü, yine olumsuz düşünüyorsun…” dedi, “Bir olumlu düşünsen, son romanın en az 13 baskı yapar valla…” Konuşmamız birden senli benliye dönmesin mi? Eh, serde eski karı kocalık var, o kadar samimiyet olacak! Gerçi ses tonunda bir parça azarlama vardı ama olsun, hoşuma bile gitti… Ben bundan dayak da yemişimdir, Allah bilir… ,

“Sen yoksa hâlâ UFO’lara inanmıyor musun?” diye pattadanak sormasın mı? Bu hanımın konuşma sağnağına şemsiye dayanmayacaktı. “Eskiden de o kadar söylerdim sana… Ah, seni dik kafalı seni! Eski hayatımızda UFO’larla ilgili az mi dil döktüm. Bir inansaydın, yeniden dünyaya gelirken kolaylık çekerdin, kim bilir ne acılar duymuş olmalısın. Vah vah!” diye konuşup, garsona işaret etti, bir rakı daha aldı. Cerrahpaşa Hastanesi’nde annem sağsalim beni hayata getirdiği sıra acı çekip çekmediğimi hiç anımsamıyorum; tam kırk dokuz sene evveliydi… Dünyaya çocuk getirmek için UFO’lara binmek gerektiğini annem nerden bilsin! Bunları hiç mi hiç hatırlayamıyordum. Acaba bir rakı daha alsam, hatırlamama yardımcı olur muydu? Ama, benim eski hayatımın nikâhlı hanımı bunu biliyordu. UFO’larla geri gelmek kolay olsa gerek, bir dahaki sefere söz dinlemeliyim… Hazreti Eyüp sabrını üstlenmiş hâlde onu dinlerken, eskiyi erkek cihetinden hatırlamak hazırlığında olduğum sıra kocası çıkageldi. Her şeyde bir hayır vardır. Halef selef tanıştık, ben bir şeyi bahane edip erkenden ayrılmaklığı mazeret gösterdim, sergiyi terk edeceğim sıra, reenkarnasyon zamanlarından kalma eski karım telefonumu rica etti; verdim. Demek, daha konuşulacak şeyler kalmıştı. İki gün sonra, telefondaydı. “N’apıyorsun bakalım?” diye sordu. Yalan değil, sinüzit alerjim tutmuştu o gün, sabahtan akşama süren bir hapşırık tıksırıkla…
“Dur, ben sana burdan bir reiki göndereyim, şimdi geçer…” dedi, “Ama çok enerji harcayamam, az sonra yoga seansına gideceğim, biraz da bana kalsın şekerim…”

Reiki-R2’nin ne olduğunu şekerimden öğrendim. Biraz karışık bir işe benziyor. O bana R2 manyetik dalgaları gönderip beni iyi edecekti, aklımda kalanı o kadardır işte… Yarım saati bulan telefon mükâlemesi sonuna doğru bendeki hapşırık aksırık azalacak yerde artma eğilimi gösterince, “Senin bu R2’in yetmedi” dedim, “Biraz artır artırabilirsen, sende R3, R4, hatta R5 yok mu?” Suratıma çattadanak kapattı, telefonu… Son hatırladığım, “Sende akıl fikir olsa, pozitif düşünmeye çalışırdın. Bizim eski hayatımızda da senden çok çekmiştim” oldu.

O zamandan beri hapşırık ve burun akıntısı devam ediyor. Ahı mı tuttu ne?

Sizin, yeni yılda R2’niz bol olsun! Allah cem-i cümleye akıl fikir versin!

1592080cookie-checkR2’niz bol olsun!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.