SANATTAN… Batının Talibanları

Irak’ta süren anayasa tartışmalarının, en temel ihtiyaçları bile karşılanamayan, can güvenliği olmayan Irak halkı için ne anlamı olduğu sorusu bir yana,  Amerikanın dayattığı anayasa, ülkeyi her gün biraz daha iç savaşın içine sürüklüyor. Irak’ta halkların birbirine düşmesi ve bölünmüş bir Irak’ın ancak işgal güçlerinin işine yarayacağı açıkken, farklı inanış ve etnik kökenlerden gelen Irak halkının, ortak sınırlar içinde yaşayabilmesi ancak bir ‘ulus’ bilincinin diriltilmesiyle olanaklı olduğu da açıktır.

Ulus bilincinin oluşturulması, halkların din ve etnik kökenleri ötesinde bir kimlik yaratabilmesinin en önemli unsurlarından biri, Irak toprakları üzerinde varolan kültürel mirasa sahip çıkmaktır. Gelecekte gerçekleştirilecek ekonomik ve sosyal birlikteliklerin  sürekliliğinin de bu ortak kültürel mirasın kurulmasına bağlı olduğunu söylemek sanırım abartma olmaz. Kültürel mirasın birleştirici özelliğini işgal güçleri de iyi bilmektedir.

Irak’ın işgalinin hemen öncesinde Tony Blair ve George Bush’un verdikleri ortak demeçte, bunun bilinciyle, Irak halkının mirasının,  doğal kaynaklarının korunacağını ve sadece Irak halkının ihityaçları için kullanılacağını teyit etmişlerdi. (www.usembassy.org.uk) Gerçekten de dediklerini yaptılar. İşgalin daha ilk saatlerinde petrol kuyularının güvenliğini aldılar. ’Şok ve Dehşet’ harekatının sonunda Bağdat’ta  ayakta kalan tek kamu binası petrol bakanlığıydı. Oysa Irak’ın hatta tüm insanlığın gerçek mirası, binlerce yıllık tarihin yer aldığı müzeler, arkeoloji alanları ve tarihi eserlerdi. Tüm bunların yağmalanmasına göz yumuldu, tüm ülke ayrımsız bombalandı.

8 bin yıl öncesine kadar uzanan tarihiyle Irak,  arkeoloji çevrelerinde “medeniyetin beşiği” olarak bilinir. Chicago Üniversitesi Orta Doğu Bölümü’nün kurucusu William R. Polk bunu kısaca şöyle özetler, “Bugün anladığımız anlamda yaşam, orada, Yunalıların Mesopotamia (iki nehrin arası) dedikleri yerde başlamıştı: ilk defa insanlar orada felsefe ve din tartıştılar, uluslararası ticaret hakkında fikirler ürettiler, güzelliği elle tutulur bir forma soktular ve herşeyden önemlisi de yazıyı buldular.”

Gerçektende bugünkü modern dünyada, yaşamın bir parçası olduğu için artık sorgulamadan kullandığımız hemen her ‘şey‘in temeli orada atıldı. O topraklar üzerinde kurulmuş uygarlıkların adlarını bile sıralamak, bölgenin insanlık tarihi içindeki önemini sanırım bilince çıkarmaya yeter; Sümerler, Akadlar, Babilliler, Asuriler, Kildaniler, Persler, Partlılar, Sasaniler.

2003 Nisan ayında, işgalin başlamasından hemen sonra, Irak Ulusal Müzesi, Ulusal Kütüphane ve arşivinin, ABD askerlerinin gözleri önünde yağmalanması, sonrada yakılmasını Boston Arkeoloji Üniversitesi’nden Paul Zimansky, “son 500 yılın en büyük kültürel felaketi” olarak değerlendirirken, Oxford’dan Elanor Robson, “bu ölçüde bir yağmalama görebilmek için, asırlar öncesine, 1258’e, Bağdat’ın Cengiz Han’ın kumandasında Moğollar tarafından istilasına kadar geri gitmek gerekir” demişti.  (Los Angeles Times, 15 Nisan 2003) Batı dünyasının bu değerli düşünür ve aydınları Irak’ın mirasına sahip çıkarken, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld olayı futbol maçı sonrası taşkınlıklara benzeterek, “özgür insanlar, yanlış yapmakta ve suç işlemekte özgürdür” diyerek geçiştiriyordu. Yaşanan barbarlıklar ona göre, “özgürlüğün verdiği bir düzensizlik”ti.

Irak’ta olanlar, bir ülkenin binlerce yıllık kültürel tarihinin bu kadar kısa bir süre içinde yağmalanıp, yakılıp yıkılarak ortadan kaldırılmasının insanlık tarihinde bir örneği daha yoktur. Londra’daki ‘British Museum’un Orta-Doğu uzmanı Dr. John Curtis, Irak’ın müzelerinden kaybolan 15.000 eserden 8.000’in hala nerede olduğunun bilinmediğini belirtti. Bulunan eserlerden ise, 1000 kadarının Amerika’da, 500 parçanın Fransa’da, 250 adet İsviçre’de ve 200 kadar eserinde Ürdün’de tespit edildiğini açıkladı. Ancak Dr. Curtis, aralarında Türkiye’ninde bulunduğu Irak’a komşu ülkelerde bulunan diğer eserlerin hala Irak’a geri gönderilmediğini belirtiyordu. (The Independent-25.5.2005)

2003 Martı öncesinde, Irak işgali planlarında bazı kaygıları olan Colin Powel, George Bush’a bunu anlatabilmek için, “Çömlek Deposu Kuralı”nı kullandığını belirtmişti. Yani, bir çömlekçiyi gezerken kazala bir şeyler kırarsanız, kırılanları almak zorundasınızdır.

Daha işgalin başlamasından üç hafta kadar sonra, Bush’un kültürel danışmanları, Irak’ın tarihi zenginliklerinin korunmadığı gerekçesiyle istifa etmişlerdi. Panel üyesi Gary Vikan, “petrolün değerini bildiğimiz kesin ancak tarihsel eserlerin değerini kesinlikle bilmiyoruz” diyerek Bush yönetimini eleştirmişti.

Felluce’yi “kurtarma” operasyonunda tüm şehirle birlikte 200 camide yerle bir edildi. Barbarlıktan, modernizmi yaşamadan post-modernizme geçmiş Amerikan medeniyetinin başındaki ’Talaban’ zihniyetli Bush hükümetinin yöntemi, “yık ve yap”tır. Ancak bu  Talibanlara, Irak toprakları üzerinde yıkılan her bina, ters döndürülen her taşla birlikte tarihinde yokolduğunu ve bunların Las Vegas’da olduğu gibi (Mısır piramitlerinden, Parthenon Tapınağına kadar dünyanın önemli yapıtlarının kopyalarının yer aldığı şehir) yeniden yapılamıyacağını anlatabilmek o kadar kolay değildir.

Afganistan’ın işgalinden önce, MS 3. yüzyıla ait, dünyanın en büyük heykeli olan Buda heykelinin Taliban tarafından dinamitlemesi ABD’de de kınanmıştı. Gerçekten yakın tarihlerin en büyük kültürel barbarlığıydı bu. Yinede bu, işgalden sonra ABD’nin Irak’ta yaptıkları yanında, ‘kültürel barbarlıklar tarihi’nde ancak bir ayrıntı olabilir.
 
14 Nisan 2003’de Bağdat’taki Ulusal Kütüphane alevler içindeyken, uyarılan ABD askerleri binayı kurtarmak için hiç bir girişimde bulunmamıştı. (The Independent, 15 Nisan 2003)  ‘Irak’ın İşgali; 1258’den Beri En Büyük Kültürel Felaket’ adlı kitabın yazarı Humberto Marquez’e göre, çoğunluğunu Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan  ve Irak’ın yaratılmasıyla ilgili belgelerin bulunduğu eski krallık arşivinde, 1 milyona yakın kitap ve 10 milyon belge kül oldu.

1991’deki ilk Körfez Savaşı sırasında da 4.000 kadar eser çalınmıştı. Tarihi eser kaçakçılığının, uyuşturucu ve silah ticaretinden sonra en karlı iş olduğu söylenir. Irak’ta bulunan 10.000 arkeolojik alandan şimdiye kadar sadece 1500 kadarının kazıldığı gözönüne alınırsa, neden Irak’ın bir ‘altın madeni’ olduğu anlaşılır.

Ocak 2003’de, işgalin  arefesinde Amerikalı bilim adamları delegasyonu Pentagon’u, Irak’taki kültürel mirasın korunması konusunda uyarmış ve özellikle de Bağdat’taki Ulusal Müze’nin önemini dile getirmişlerdi. Ancak aynı anda, Beyaz Saray’a yakınlığıyla bilinen zengin Amerikalı antik kolleksiyoncuları, Irak’taki tarihi eserlerin ülke dışında satılmasını yasaklayan yasaları değiştirmeleri için Pentagon’u ikna etmeye çalışıyorlardı. 60 kadar New York’lu kolleksiyoncu bu amaçla ‘Kültürel Politikalar Amerikan Kurulu’ adlı bir komite kurarak Bush’la bir görüşme yapmış ve Saddam sonrası Irak’ta antik eserler yasalarının “yumuşatılmasını” istemişlerdi. Böylelikle, petrol kuyuları olduğu gibi, Irak hazineleri de “kurtarılmış” olacaktı. (The Guardian-15 Nisan 2003) Bir anlamda olacakların habercisiydi bu girişim.

Dünyadaki tarihsel, insani ve kültürel kurumların korunması amacıyla 1954 yılında uluslararası ‘Silahlı Çatışmalar Durumunda Kültürel Alanların Korunması için Hague Anlaşması’ imzalandı. ABD, soğuk savaş yıllarında nükleer silah kullanımını sınırlandırabileceğinden korktuğu bu anlaşmaya imza atmamıştı. Ancak, 1991 Körfez Savaşı sırasında, Bush (G.Bush’un babası) bu anlaşma çerçevesinde, en azından bir ‘hedef alınmayacaklar listesi’ yapmayı kabul etmişti. Böylelikle bilinen kültürel eserlerin bulundukları yerlere ateş edilmeyecekti. O zaman da bu kurallara uyulmadığı gibi, UNESCO, 2003 işgalinde yine aynı kuralların geçerli olmasını bekliyordu.

Dahası, işgal orduları Bağdat’a girmeden önce Pentagon, daha fazla zarar görmemesi ve korunması gereken 16 kurumu bir liste halinde, tüm ABD ordusu komutanlarına göndermişti. Bu genelgede, ‘Kültürel hazinelerin telafisi imkansız bir şekilde yokolmasını önlemek amacıyla, koalisyon askeri güçlerinin koruması gerekli yerler’ listesi vardı. Pentagon’un bu emriyle, koalisyon güçlerinin yağma olaylarını önlemesi, yapanları tutuklaması isteniyordu. Bu listenin başında Irak Merkez Bankası (ki daha ilk günlerde yerle bir olmuştu) ikinci sırada da antik eserler müzesi vardı. Petrol Bakanlığı ise 16. sırada yer alıyordu. Sonunda, Petrol Bakanlığı savunulan ve ayakta kalan tek binaydı. Bağdat yerle bir oldu ancak petrol bakanlığının camları bile kırılmadı. (Observer, 20 Nisan 2005)

Dünyanın en antik yapılanmalarından -bazı bilim adamlarına göre en eskisi- biri olan Sümerlere ait Ur kenti, Irak’ın güneyindedir. Hz. İbrahim’in doğum yeri ve Sümerlerin kutsal bir kenti  olarak da bilinen Ur, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıklarından çok önce kurulmuştu. Tekerlek burada yaratılmış, ilk matematik sistemler burada geliştirilmiş, insanlığın ilk şiir ve edebiyatı sayılan Gılgamış destanı burada yazılmış, Hammurabi Kanunları burada açıklanmıştı.

Mayıs 2003’de, Amerikan askerlerinin bu kentte duvarları sprey boya ile graffiti  doldurdukları ve antik tuğlaları çaldıkları haberi verildi. (The Guardian, 18 Mayıs 2003) Daha önce de, görevden dönen ABD askerlerinin üzerinde yapılan aramalarda  çeşitli antik eserler bulunmuştu.

Yine bu bölgede bulunan, Sümerler tarafından MÖ 4000 yıllarında inşa edilen Ziggurat Tapınağı ve çevresi son 6000 yıldır pek değişmemişti. Ancak Pentagon, askeri bir üs kurmak için burayı seçti. Bir havaalanını da içeren üsse, uçuş pisti yapılabilmesi için arazinin dozerlerle düzeltilmesi sonucu, gelecekte yapılabilecek arkeolojik araştırmalar imkansız hale geldi.

Bu yıkımlar sırasında ABD askerlerinin hiçbir yapı inşa etmediğini söylemek elbette doğru olmaz. Askerlerin kendilerini ‘evde’ hissetmesi için, modern bir Ziggurat tarzında ‘Burger King’ ve ‘Pizza Hut’ inşa ettiler.

Babil’de ABD ve Polonyalı askerler, arkeologların karşı çıkmalarına rağmen askeri bir depo kurdular.  ‘British Museum’un Irak arkeolojik sitelerinden sorumlusu John Curtis 2004 Aralığında, ünlü ‘İshtar Kapısı’ndan ejderha kabartmalarının çıkarıldığını, 2600 yıllık tuğla kaldırımların askeri araçların paletleri altında ezildiğini rapor etti. (The Guardian, 15 Ocak 2005)

Arkeolog Zainab Bahrani, 2004 yılının Mayıs ve Ağustos ayları arasında, MÖ 6. yüzyıllara ait Nabu Tapınağı’nın duvarları ve Ninmah Tapınağı’nın çatısının helikopterlerin yarattığı titreşimler sonucu çöktüğünü bildirdi. Bu tapınakların yanında bulunan Büyük İskender dönemine ait bir Yunan tiyatrosunun ise, ağır askeri araçlar tarafından park yeri olarak kullanıldığını çaresizce gözlemlediğini kitabında anlatır. (‘Babilin Düşüşü’ Zainab Bahrani)

Samarra’da bulunan, şeklinden dolayı Arapçada helezonik anlamına gelen ‘El-Malviya’ adıyla anılan MS 9.yüzyıla ait 52 metre yüksekliğindeki minare ABD askerleri tarafından çevreye hakim olduğu gerekçesiyle nişan kulesine dönüştürüldü. Direnişçilerin de bu nedenle minareye yönelmeleri sonucu, zamanında dünyanın en büyük camii olan Büyük Cami iki ateş arasında kaldı. (The Art Newspaper, Mayıs 2005)

Şüphesiz bu örnekler uzmanların girebildikleri yerlerdeki gözlemleri ve basına yansıyan haberlerle ve benim görebildiklerimle sınırlıdır. Irak’ın “yeniden inşası” projelerinde çalışan özel şirketlerin kiraladıkları, sayıları 20 binin üzerinde olduğu sanılan paralı askerlerin hareketlerini ise kimse kontrol etmemektedir. İşgal ordularının çekilmesinden sonra ancak, Irak ve insanlığın kültürel mirasına yapılan zararı tespit etmek mümkün olacak.

Irak operasyonu aynı zamanda, ABD’nin ikiyüzlü politikalarına da güzel bir örnekdir. 90’lı yılların sonlarına doğru, Adriyatik Denizi kıyısındaki tarihi Dubrovnik kentini bombaladıkları gerekçesiyle, Yugoslav subayları ABD’nin girişimleriyle, BM’nin Uluslararası Kriminal Mahkemesi’nde yargılanmıştı.

Unesco çerçevesinde çalışan ‘Dünya Anıtlarını Koruma Fonu’ (WMF) her yıl dünyada doğal afet ya da insanların verdiği zararlar nedeniyle, korunması gereken bina, anıt ve bölgelerin bir listesini yapar. Bu yıl tarihinde ilk defa WMF Irak’ı yani tüm ülkeyi tehlikede olan 100 anıt listesine aldı. Dünyanın duyarlı medeni insanları bir taraftan tüm çabalarını Irak’ın, insanlığın kültürel hazinelerini kurtarmağa çabalarken ABD ve İngiliz orduları bu tarihi silmeğe çalışıyor. Tarihi olmayan medeniyetler,  tarihsel amneziyi bir mutluluk kaynağı olarak görebilir, ancak geçmişi yoketmeğe çalışanların geleceği de belirsizdir.

1631310cookie-checkSANATTAN… Batının Talibanları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.