Seçimlere giderken içim sızlıyor

Seçimlere giderken gerçekten içim sızlıyor. Siyasîlerin davranışlarına, seçim mücadelesinde uyguladıkları yönteme baktıkça içim sızlıyor; tüm kabalık ve kabadayılıklar yanında, ipe sapa gelmez saygısız ifade tarzlarına karşı halkımızın inanılmaz refleksiz davranışına baktıkça içim sızlıyor ve, doğrusu, hem gelecekle ilgili ümidim zayıflıyor, hem de böyle bir toplumda yaşamaktan ürküyorum.

Önümüzdeki yerel seçimlerde, farklı nedenlerle İstanbul, Ankara ve Diyarbakır olmak üzere üç büyükşehir belediyesi özel ve büyük önem taşıyor. Bu üç büyükşehir belediyesinden ikisi AKP’nin. AKP İstanbul ve Ankara’da durumunu korumaya ve Diyarbakır’ı da almaya çalışmaktadır. Bu arzu ve iddiasında AKP’ye söylenecek bir söz yok, olamaz da! Ancak, AKP’nin uyguladığı mücadele yol ve yöntemleri fevkalade ürkütücü ve ileriye yönelik umutları karartıcıdır. AKP, bugün sahip olduğu iki büyükşehir belediyesini korumak isterken de, Diyarbakır’ı almak isterken de yürüttüğü politik mücadeleyi etik davranış dışına taşıyarak, siyasî yaşamımızda olumsuz izler bırakabilecek yöntemlere baş vurmaktadır.

Önce AKP’nin Başbakan eli ile basına karşı yürüttüğü kampanya içimi sızlatmaktadır. Her konuşmasında Başbakan’ın basından şikâyetçi tavır takınması, gazetelere karşı boykot çağrısı yapmaya varan tavırları demokrasi açısından anlaşılır olmadığı gibi, ürkütücüdür, hele de bir Başbakana yakışır tavır olarak görülemez. Zaman zaman kendisine yapılan bazı eleştirilere karşı serzenişte bulunurken hatırladığı “Türkiye’nin Başbakanı” olma sıfatını, her nedense basına karşı yürüttüğü kampanyada unutan Başbakan, benzer şekilde, AKP hakkında ileri sürülen bazı yolsuzluk iddiaları karşısında da “elinizde delil varsa mahkemeye gidin” telkininde bulunurken, nedense iş basına gelince, elinde yasal delil varsa mahkemeye gitmek yerine, halkı yanlış bir yola telkini  yeğlemektedir! Bu tavır beni fevkalade incitmektedir!

Belediye başkanlığı meselesine gelince, karşıt adayları “yol bilmez” vb gibi  küçümseyici  ifadeler, gerçekten bu ülkenin bir vatandaşı olarak bir başbakandan duymaktan hicap ettiğim davranışlardır ve bu durum beni fevkalade incitmektedir. Üstelik de, bu tür ifade ve davranış biçimlerinin toplum üzerinde etkili olabileceğini düşünmek, toplumu küt ve küstah görmeyi gerektirir. Oysa, toplumumuz böylesi aşağılayıcı nitelikler  taşımadığı gibi, böyle nitelendirilmez de! Umarım, toplum bu tür davranış ve ifadeleri yargısal hafızasında tutarak, zamanı geldiğinde anlamlı şekilde kullanır.

Halkımız, belki Osmanlı döneminin toplumsal psikolojik mirası olarak, hükümet erkânını “devlet büyüğü” olarak nitelemekte ve algılamakta; kendisinin asıl, hükümet edenlerin ise vekil olduğunu unutmaktadır. Seçimlere kadar rekabetçi olan siyasî partiler, seçim sonucuna göre fiilen “tek parti” konumuna geçebilmektedir. Bu durumdaki bir siyasî örgüt seçimlerden sonra halka karşı olduğu gibi, parti içinde de hiyerarşik yönetimi etkili kılabilmektedir. Özellikle parlamentoda büyük çoğunluğu elde eden siyasî yapılar, tarihsel birikimden hiçbir ders almamacasına, parti içi ve toplum üzerinde tam hakimiyetle yönetim tarzını yeğlemekteler. Seçim sonucu fiilen ortaya çıkabilen böyle bir süreç, demokrasilerde örgüt içi ve toplum-örgüt ilişkisi bağlamında aşılabilmelidir. Örgüt içi demokrasilerde lider sultası yıkılmadığı sürece ve liderin davranışlarına karşı ikaz görevini yerine getirmeyen tüm örgüt bu gidişten ahlâksal olarak sorumludur.

Halkımıza geldiğimizde, halkımızın demokratik yönetim ya da tek lider yönetimi arasında artık bir karar vermesi gerekmektedir. Aydınlarımıza gelince, kendini aydın olarak gören herkesin de gerçek anlamda çok partili sistem ile fiilen tek parti sistemi arasında bir seçiş yapması gerekmektedir. Bu seçiş yapılırken de, görüntüsel ve kantitatif parti ya da parlamentodaki sandalye sayısı değil, gerçek ve kalitatif anlamda çok parti ve parlamentoda sandalya sayısına bakmaları gerekmektedir. Hiçbir toplumda dikatatörlükler kendiliğinden oluşmaz; her diktatörlük teslimiyetçi ve kaderci toplumlar ve aydınlar üzerinde yükselir. Potansiyel diktatörlere bu desteği vermemek, sadece topluma değil, bizzat söz konusu potansiyel taşıyıcılarına karşı da insanî ve ahlakî görevdir!   

_________________

* Prof. Dr.

1595100cookie-checkSeçimlere giderken içim sızlıyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.