Siz Kasımpaşalı mı, yoksa Kelkitli delikanlıdan mı yanasınız?

Geçen akşam Türk ceza hukuku profesörü ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nu “ifade özgürlüğü ve basın” başlıklı toplantıda izledim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP tarafından Hürriyet’e yapılan siyasi baskıya karşı çıktı, gazetenin köşe yazarı Ahmet Hakan’a yapılan saldırıyı da kınadı.

Bu toplantıda konu dağıldıkca dağıldı… Çok yorgun olduğum için belki de dikkatimi bir türlü toplayamadım. Oysa toplantıda bir medya emekçisi olarak söylemek istediklerim vardı. Söz alsam da derdimi anlatamadım. “Neyse” diyerek sizinle paylaşayım…

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin çiçeği burnundaki gazeteci milletvekilleri (ikisini de iyi tanırım) Enis Berberoğlu ve Barış Yarkadaş da Feyzioğlu benzeri açıklamalar yaptılar. Şimdi Türkiye’de AKP’nin çağdışı siyasi baskısı karşısında basın özgürlüğünün temsilcisi olarak bir “Aydın Doğan” portresi çizildi. Geçen gün cümlesiyle gazeteci örgütleri, basına yönelik baskı ve saldırılara karşı Beyoğlu Tünel’de yürüyüş düzenledi. Saçını bu sektörde ağartmış yaşlı başlı gazetecilerin açtıkları pankart neydi biliyor musunuz? “Özgür basın susturulamaz…” Haaayt koçum beee!

Hanımlar beyler ve çocuklar n’oluyoruz yahu? Kendinize gelin lütfen!

Elbette ayırım yapmaksızın medyaya yönelik her türlü siyasi baskılara karşı çıkacağız, gazetecilere yapılan saldırıları kınayacağız. Ammavelakin toplumsal refleksimizi doğru dürüst yapalım gözünüzü sevim. Aydın Doğan kim yahu? Kendisi basın özgürlüğü savunucusu, gazeteleri de özgür basın mı? Ona yapılan siyasi baskıya karşı çıkarken böyle düşünmek abesle iştigaldir. “Medyada sosyal hakları ve ifade özgürlüğünü katledenlere de höst” demeyi unutmayalım.

Kasımpaşalı Erdoğan’ın karşısına “Ben de Kelkitliyim” diyerek “delikanlıca” çıkan Aydın Doğan arasındaki polemiğe dikkat edin lütfen, yalnızca rant ve güç paylaşımı üzerine. Ayrıca AKP’liler ve havuz medyası Aydın Doğan’ın sosyal medya paylaşımlarını “suç teşkil edecek bir şey var mı” diye mercekle tarıyorlarmış. Zahmet etmeyin, birazdan külliyesini çıkaracağım. Yüreğiniz varsa yazdıklarımı kullanıp yargıya taşıyın. Ama siz bunları “suç” sayamazsınız. Çünkü siz de aynı suçu işliyorsunuz. Ayrıca bu çatışmada derdiniz “ifade özgürlüğü” ve “basın emekçilerinin kazanılmış ve sonradan da gaspedilmiş sosyal hakları”yla ilgili değil.

Dikkat dikkat! Suç duyuruma başlıyorum…

Bir ülkenin demokrasisi neyse medyadası da göre şekilleniyor. Türkiye’de 1970’lerde (ABD’de 1950’lerde) medyada gazeteci patronlar devri bitip büyük holdingler devri başlamıştı. Bu, “Gazete ve televizyon kanalları artık büyük yatırımlar gerektirince kapitalist ekonomide zorunlu bir dönüşümdü” denilebilir…

ABD’yi dil bilimci ve medya araştırmacısı Noam Chomsky, “Medya patronları rüzgarın önünde yer almak yerine niye karşı dursunlar ki” diye yazıyor. Medya işi de yapan holdingler; devlet ihalesi, yatırım, ihracak, ithalat ve teşvik işleriyle de hükümete göbekten bağımlı oldukları için kendilerine çizilen kırmızı çizgiyi geçmemeye hep özen gösterdiler. Türkiye’de de medya hep güçten yana oldu. Hatta yalakalık yarışına girip kraldan çok kralcı kesildi. Hükümetin iç ve dış politikasında duymak istediğini kendisine bile söylenmeden aktardı durdu.

Türkiye medyasında iyi gazeteciler yok mu? İyi haberler çıkmıyor mu? Tabii iyi gazetecilerin iyi haberlerine rastlıyoruz. Bütün bunları da Chomsky “Okura yutturmak üzere zehirli kekin üstündeki çilekler” diye açıklıyor…

Gazetedeki en önemli ilke, çıkan her haberin holdingin çıkarına ters düşmemesidir. Örneğin rakip holdingin yatırımı, hatta rakip grubun televizyon kanalıyla anlaşan sanatçının haberine bile yer verilmez. Eğer bir gazeteci, devletten kiraladığı ormanı yasadışı olarak yakıp otel diken turizmciyi haber yapmışsa 30 yıl önce olduğu gibi “Aferim” denilip bir büyük altın takılmaz… Ne yapılır? Haber dosyalanır ve beklenir… Sözkonusu turizmci reklam vermediğinde ya da bir ihalede patronla pişti olduğunda önüne çıkarılır. Ayrıca doğayı katleden müteahhit ve mudisini soyan bankacı gibi çakal sürüleriyle reklam yani “sus payı” ile ortaklık edilir. (Bu konudaki tanıklıklarımı geçmişteki köşe yazılarımda ayrıntılı anlatmıştım.)

Türkiye’de medya gökdelenlerinde çalışan bir gazeteci olarak işleyişi de şöyle aktarayım. Herşeyden önce şirketler kurumsal görünse de bir aile şirketi gibi yönetiliyor. Gazetenin politikası dışında haber üretilmesi yasak. İşçi, sendika ve köylü haberlerine yer yok. Kürtler ve Ermeniler ancak “terör” haberlerindedir. Ekonominin yüzde 10’u borsadadır ama küçük yatırımcıyı borsaya çekip silkelemek hedeflendiğinden ekonomi sayfasının yarısı borsa listesine ayrılmıştır. Köşe yazarları bazı kitlelere (örneğin CHP, kadın ya da küçük yatırımcıya) lokum dağıtacak şekilde seçilmiştir. Aslında bu yazarların çoğu tetikçidir. Kendilerinden istenildiğinde manipüle yazılarıyla okurlarını etkilemeye çalışırlar.

Medya sektörü çalışanların hakları açısından da en berbat olanıdır… Gazetesi AB’yi savunsa, köşe yazarları insan haklarına sahip çıksa bile işyerinde sendikaya izin verilmez. Sigortasız gazeteciler* ve (özellikle dağıtım işinde) çocuk işçiler kanayan yaradır. Türkiye’nin en önemli markası olan bu medya şirketlerinde binlerce çalışanın ücretlerinin küçük bir kısmı sigortadan gösterilir. Bu şirketlerde çatlak sese asla izin verilmez. Sendikal çalışmaya giren ya da yasal hak arayan bir gazeteci rakip gazetede bile iş bulamaz. Fazla mesai, bayram tatili hak getire…

Sendika olmayınca gazetecilerin iş ile bağı servis müdürünün iki dudağı arasındadır. Bu durum çalışanları muma döndürmek için yeterli bir nedendir… Bir gazetecinin “Yahu müdür benim haberi tanıyamadım, çok değiştirmişsin” ya da “Senin maaşının 100’de birini alıyorum. İnsaf yahu” demeye cüret etmesi, çemberin dışına atılması anlamındadır.

Çalışma Bakanlığı bütün işyerlerini korkusuzca denetlese de medyaya sıra gelince bir soluklanır. Hükümet – medya ilişkisi özel bir ilişkidir. Denetim ancak ve ancak ilişkiler bozulunca tehdit olarak kullanılır…

Velakin, ulusal holding medyası bir ülkede demokrasi mücadelesine katılamaz. Zaten “hak” ve “özgürlük” kelimelerinden holding olarak korkar… Onların bu kelimelerden anladıkları tekerleklerine çomak sokulmamasıdır. Chomsky’nin dediği gibi medya patronları iktidarın eteğinde varlığını sürdürüp büyümeye çalışır…

Medyada herşey bu kadar kötümser mi? Hayır… İnternet büyük yatırımlara gerek olmadan gazete, radyo ve tv yayınlama şansı yarattı. Böylece “bağımsız” yerel basının yanına bağımsız internet medyası ve bloklar da katıldı. Holding medyasının foyasını ortaya çıkaran, hükümetin kirli çamaşırlarını ortaya cesurca dökebilen bu küçük medya (Bu yazıda da okuduğunuz gibi ), devlere de kafa tutabiliyor. Heyooo…

Gelelim Kelkitli harbi delikanlıya… Aydın Doğan sektörde ifade özgürlüğünün tek garantisi sendikaların basından arındırılmasında baş rol oynayan bir işverendir… (Bu arada Emin Çölaşan’ın Hürriyet’te köşe yazarıyken, iş arkadaşlarına “Sendikaya ‘Hayır!’ deyin, herşey daha iyi olacak. Ben garantisiyim’ mesajını attığını da ekleyeyim.) Gazetecileri Basın Yasası kapsamında çalıştırması gerekirken, taşaron şirketlerde temizlikçi kadrosunda göstererek sendikalaşmanın önüne set çeken bir patrondur. Sosyal haklarını kullandırtmadığı, kolunu kanadını kırdığı gazetecilerin “ekip” denilen bir tür çetenin kucağına iteleyerek, hiyerarşik olarak şefe, müdüre ve patrona yalakalık sistemini getiren gerçek bir mucittir.

Kısaca Aydın Doğan, ifade özgürlüğü dolayısıyla düşünce özgürlüğüne kendince şekil vererek sektörün ve Türkiye’nin aydınlık geleceğini de ipotekleyen (ve tavla seven) Kelkitli bir yaşam mimarıdır.

Bugünkü fotoğrafta Aydın Doğan’ın (benim gibi) mağdur ettiği basın emekçileri ön safta “Siyasi baskılara da HAYIR!” diye mücadele ediyor, “demokrat cemaat” de, kurdu kuzu diye (hem de bize) yutturmaya çalışıyor…

Hanımlar beyler ve çocuklar, sapla samanı karıştırmayalım yahu! Kendinize gelin lütfen!
___________________________

*Hürriyet Gazetesi’nin İstanbul’daki ünlü Medya Tower’ında 1998-2001 arasında gazeteci olarak çalıştım. Sigorta primlerimin yatırılmadığını da mahkemede kanıtladım.

1084770cookie-checkSiz Kasımpaşalı mı, yoksa Kelkitli delikanlıdan mı yanasınız?
Önceki haberİsyanımız var savaşına Hevalım
Sonraki haberFeyzioğlu’ndan “karamsar” ama “umutlu” tablo
FARUK ESKİOĞLU
Faruk Eskioğlu, (1958, Akşehir) gazeteci ve yazar. 1985'ten bu yana yaşadığı Londra'dan Türkiye'deki ulusal medyaya yönelik muhabirlik, temsilcilik yaptı. Londra'da yayınlanan Türkçe toplum gazetelerinde çalıştı ve bazı gazetelerin kuruluşunda yer aldı. Halen sosyolojik değeri olan haber ve araştırmalara ağırlık veren yazar, halen 2004'te kurduğu Açık Gazete'yi (acikgazete.com) yönetiyor ve köşe yazarlığını sürdürüyor.Eskioğlu, 13'üncü yüzyılın sonunda Horasan'dan Akşehir Maruf köyüne yerleşerek tekke kuran Hasan Paşa soyundan geliyor. Hasan Paşa'nın oğlu Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan'ın "Mülk Allahındır" felsefesiyle Anadolu'da bir ilk sayılan kendine adına kurduğu yoksullara yardım vakfı ise halen faaliyettetir.Eskioğlu, ilk ve orta öğrenimini Akşehir'de tamamladıktan sonra 1979’da AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1984’te Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde "master" yaptı. THA’da gazeteciliğe başladı. Aralık 1985’te kendi deyimiyle "siyasi sürgün" olarak geldiği Londra’da ilk 2 yıl baba mesleği kasaplık yaptı. İngilizce öğrendikten sonra medya okudu. Uzun yıllar Nokta dergisi İngiltere Temsilciliği, Hürriyet Londra bürosunda habercilik yaptı. Gazeteciliğin yanısıra 1986-98 arasında grafiker tasarımcı olarak çalıştı. Ayrıca pek çok siyasi afiş ve logo tasarladı.1998’de Türkiye’ye döndü. Hürriyet Gazetesi Ekonomi Servisi’nde haberci ve star.com.tr’de ekonomi editörü olarak görev yaptı. “Basında etik ve toplam kalite yönetimi” üzerine araştırmalar yaptı, bu konudaki konferans ve panellere katıldı.Türkiye’deki 2001 ekonomi krizinde Londra’ya dönerek grafiker tasarımcılık ve gazeteciliği sürdürdü. Toplum gazetelerinden Olay’da genel yayın yönetmenliği yaptı. Londra’da ilk Türkçe internet gazetesini çıkardı ve toplum gazetelerine ilk ajans hizmeti sundu. 2004’te dünya haberleri veren acikgazete.com’u kurdu. İki ayrı toplum gazetesini yayına hazırladı. Türkiye’deki bazı tv kanallarına haber geçti, uzun süre Akşam Londra Temsilciliği’ni üstlendi.Londra'da 2004’te "İçimizden Birisi: Vanunu" başlıklı bir kısa film çekti. Londra'daki toplumu anlatması açısından bir ilk sayılan "Aşkolsun! Adı Aşkolsun" başlıklı belgesel romanı 2007’de Türkiye’de yayımlandı. Türkiye'den 150 ve Kıbrıs'tan 100 yıllık İngiltere'ye göçün anlatıldığı 3 ciltlik "Londra'da Bizim'Kiler" başlıklı araştırması 2019 sonunda çıktı. Eskioğlu’nun Su ve Defne (2004) adlı ikiz kızları bulunuyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.