İstanbul’da tarihi katliam

İstanbul’da Tarihi Katliam: İSTANBUL DEKORLAŞIYOR

Topkapı Sarayı’nı, Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcı’nı, Fener Patrikanesi’ni, Fener-Balat Evleri’ni, Kapalıçarşı’yı, Süleymaniye’yi görmek için her yıl binlerce turist İstanbul’u ziyaret etmektedir. Bu insanlar neyi merak edip gelmektedir hiç düşündünüz mü? Sadece o eserlerin dış görünüşünü mü yoksa o tarihi yapıya özelliğini katan arka planı mı?

O mekanları ortaya çıkaran tarihsel olguyu, o dönem insanlarının yaşam biçimi ve alışkanlıklarını mekanlara nasıl yansıttıklarını, bunu yaparken hangi araç ve malzemeleri kullandıklarını; estetik yaklaşımlarının ne olduğunu, inanç ve değer sistemlerinin mekanlarla olan ilişkilerini nasıl belirlediğini, mekanlarını hangi yöntem ve tasarımlarla gerçekleştirdiklerini ve ne tür teknikler kullandıklarını, tüm bunları merakımız değil midir bizi o tarihi mekanlara çeken…

Tarihi yapıları kendi atmosferinde, kendi orjinal halleriyle, yüzlerce, binlerce yıla direnerek bu güne taşıdıkları yapı ve unsurlarıyla, aynı zamanda toplumların hafızası olan tarihleriyle, yaşanmışlıklarıyla görebilmek değil midir esas arzumuz… Her bir tarihi eserin bu güne kadar ulaşmayı başaran malzemeleri, işlemeleri, estetik unsurları, yıllara dayanarak yıkılmadan ayakta kalmış kolonları, tavanları, cumbaları, balkonları, kapı kolu, pencere kanadı, kirişi, duvarı değil midir onları bizim için biricik ve eşsiz kılan…

Bunların taklitlerinin yapılabilir olmasının bir önemi var mıdır?
Yıkılıp yeniden yapılırlarsa bunlar aynı değeri taşıyacaklar mıdır?

Bize cazip gelen nasıl göründükleri değil ne kadar yıl öncesinden geldikleri ve zamanın tüm yıpratıcı etkisine dayanarak bu güne kadar nasıl ulaşabildikleri değil midir? Hangi medeniyetlerin, hangi yaşamların izlerini taşıdıkları; onlara hangi kültürden, hangi dil ve gelenekten ne kadar çok insan elinin değdiği, içlerinde ne kadar çok insanın soluk alıp verdiği, ne çok olayın ve anının bu mekanlarda gerçekleştiği, tüm bunlar değil midir merakımızı cezbeden…

Yıkılıp yeniden yapılan bir binada geçmişe ait bir yaşam hayal edebilir misiniz; geçmişe ait herhangi bir yaşanmışlık izine rastlayabilir misiniz? “Bu duvarların içinde neler yaşandı, bu pencereleri kimler açtı kimler kapadı, bu cumbalı balkonlarda kimler çay içip muhabbet etti, o duvarlar, o tavanlar, o kapı aralıkları ne küskünlüklere ne dayanışmalara, ne acılara, ne mutluluklara şahit oldu; ne fırtınalar ne depremler geçirdi bu binalar” gibi şaşkınlık ve heyecan uyandıran düşüncelere kapılmanız, bu yeni binada, aslının aynısı gibi yapılmış olsa da mümkün müdür…

Adı üstüne yeni yenidir; el değmemiştir, içinde yaşanmışlığın izini göremezsiniz; anılar birikmemiştir henüz; yeni yapılmış bir şeyin eskiyi temsilen yapılsa bile bir ruhunun olması, tarihinin olması, geçmişten bir şeyler hatırlatması, hissettirmesi mümkün değildir. Ruhsuz bir maketten başka bir şey değildir yıkılanın yerine yapılan; orjinaline tamamen sadık kalınarak yapılsa bile aynı şey değildir, tarihi yoktur; içindeki anılar, yaşanmışlıklar yoktur…

Tarihin yenisi, yenilemesi olamaz; yenilenirse tarihi olmaz zaten; Tarihin modernize edilmesi gibi çarpık bir düşünce hangi hasta ve zavallı beyinlerin buluşudur anlamak mümkün değildir…

Tarih modern olmadığı, bugüne dair olmadığı için tarihtir zaten…

Günümüzde tarihi mekanların taklitleri yapılmıyor değil; doğru yapılıyor ama bunların aslının yerini tutabildiğini kim iddia edebilir ki…

İnsanlar bir Mısır Piramitlerini, bir Topkapı Sarayı, bir Eyfel Kulesini yerinde görme şansları yoksa, aynı çatı altında tek bir mekan içinde sergilenirken görmeyi ilginç bulabilirler, ziyaret edebilirler, meraktan bunu yapabilirler ya da aslını görme imkanları olmadığı için bu yolu seçebilirler; ama bunun o tarihi mekanın orjinal halini gezmenin, orada bulunmanın, o atmosferi yaşamanın verdiği aynı duyguyu verebildiğini kim iddia edebilir ki…

Bir Topkapı Sarayını yıkarak tamamen benzerini yapsanız bile aynı şey olabilir mi; o bina aynı ruhu, aynı hissiyatı size yaşatabilir mi?

Geçtiğiniz her koridorda atılmış sultanların, padişahların, vezirlerin, cariyelerin adımlarını, duvarlara sinmiş gizli seslerin yankılarını hissetmenizi yeni inşa edilmiş bir bina size sağlayabilir mi? Bunun hayalini kurmanız için gerçekten bir zamanlar o kişilerin o koridorlardan geçmiş olduğunu bilmeniz gerekir; o heyecanı, o gizemi duymanız gerekir… Her mekanda saklı kalmış tarihin, yaşamış kahramanların varlığına duyulan aynı merak ve heyecan duygusunu yeni bir binada hissetmeniz mümkün müdür? O salonlarda hiç kimsenin dolaşmadığını, tarihten hiçbir ayak izinin olmadığını bile bile… Böyle bir mekanda, bir masa etrafında yemek yemiş, sohbet etmiş, hararetli tartışmalar yaşamış, tarihi anlaşmalar imzalamış karakterleri gözlerinizde canlandırmanız mümkün müdür?

Mümkün değildir; çünkü tarihi eserler tamamen orjinallerine uygun olarak yapılmış olsalar bile, yeniden yapıldıkları andan itibaren içlerinde barındırdıkları her türlü tarihi unsuru, anıyı, yaşanmışlık duygusunu, geçmişe dair bütün izleri kaybetmektedirler…

Dolaysıyla artık tarihi nitelikleri kalmamaktadır…

Bu yüzden tarihi binaları yıkarak yeniden yapmak aslında tarihsizleşmektir; tarihin içini boşaltmaktır; geçmişin izini yok etme yoluyla hafızasız bir toplum haline gelmektir… Hafızasız toplumların hatırlayabilecekleri bir geçmişleri yoktur… Ya geçmişi bugün
AKP iktidarının yapmaya çalıştığı gibi kendi elleriyle silmişlerdir; ya da gerçekten geçmişe dair hatırlayabilecekleri ciddi bir tarihleri yoktur; aynen Amerika’nın olduğu gibi…

Bu yüzden Amerika’lılar tarihi zenginliği olan ülkeleri müthiş kıskanırlar; hem gizli bir hayranlık duyarlar hem de kendilerinin sahip olmadığı bir şeye sahip oldukları için içten içe haset çekerler…

Hele de İstanbul söz konusuysa…

Bir İstanbul’ları olsa neler yaparlardı kim bilir… Olmayan tarihlerinde ne tarihi eserler ve suni tarihi mekanlar çıkardıkları düşünülürse… Ama Amerikanın yarattığı suni tarihi mekanlar sadece taştan, binadan, kapıdan, duvardan ibarettir; ruhları yoktur o mekanların, anıları yoktur, onlarca medeniyetin aynı mekanda yaşamasından doğan tarihsel zenginliği yoktur…

Şimdi bütün bunları neden mi anlatıyorum… Bütün bunları üzülerek, acı çekerek anlatıyorum… Çünkü dünyanın en güzel tarihi şehirlerinden biri olan, en eski medeniyetlerin beşiği olan İstanbul gözlerimizin önünde günden güne tarihsizleştiriliyor… Tarihinin içi boşaltılıyor; tarihi mekanlar yıkılarak yerine tarihi görüntü veren dekorlar yapılıyor…

İstanbul adım adım MAKET ŞEHİR haline geliyor…

İstanbul’un bütün tarihi Yarımadası ‘Yenileme Alanı’ ilan edilerek bütün tarihi semtlerin yeniden yıkılıp yapılması tasarlanıyor; Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray, Süleymaniye, Kapalıçarşı, Yedikule, Yenikapı aklınıza gelen ne kadar tarihi semt varsa; bütün İstanbul bir şantiye haline getirilmek isteniyor ve çok yakın zamanda bu yenileme projelerinin hayata geçirilmesiyle, ruhsuz, anısız, tarihi binasız, tarihi binaların yıkıntıları üzerinde eski birkaç binanın birleştirilmesi yoluyla yapılmış, daha geniş daha çok katlı, altı otoparklı, modern, içinde büyük alış veriş merkezleri ve beş yıldızlı otellerin bulunduğu, sadece cumbalı dekorlarla tarihi görüntünün verildiği ve bu dekorlar dışında hiçbir tarihi özelliğinin kalmadığı, karaktersiz, kimliksiz, gudubet bir TARİHSİZ YARIMADA’ya dönüştürülmek isteniyor İstanbul…

İnanmıyorsanız alın bakın Tarlabaşı Yenileme Projesini; Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesini… Söylediklerimin az bile olduğunu göreceksiniz…

İstanbul yıkılarak DEKORLAŞTIRILMAK isteniyor bu projelerle…

Eğer uyanmazsa İstanbul halkı; eğer üç maymunu oynamaktan vazgeçmezse mimarlarımız, aydınlarımız, üniversitelerimiz ve en önemlisi İstanbul sevdalıları, çok yakında İstanbul tamamen elden gidecek; yerinde yeller esiyor olacak İstanbul’un…

Ve İSTANBUL’a, bu dünya tarihi mirasına çok yazık olacak…

Yıkılan her tarihi binayla beraber geçmişin izleri, İstanbul’un hafızası silinecek…

Üzerine tarih kokusunun, ruhunun sinmiş olduğu, cumbaları, tavan işlemeleri, kapıları, duvarları, kirişleri, tavanları, kapı kolları, pencere kanatları, oymaları, duvar resimleriyle her biri farklı mimari özellikler taşıyan ve aynı zamanda birer kültür taşıyıcısı olarak yapıldıkları
dönemin hafızasını da oluşturan bu tarihi evlerden yakında eser kalmayacak; yılların deviremediği, eskitemediği binaları belediyeler yıkacak; yıllarca Anıtlar Kurulu’nun çivisini bile koruduğu tarihi semtleri Beyoğlu Belediyesi, Fatih Belediyesi yerle bir edecek.

Üstelik bunları Yıpranmış Tarihi Eserleri Koruma ve Yaşatmak adına yapacak…

Peki tüm bunlar kimin işine yarayacak? İstanbul’ luların ya da Türkiye’nin çıkarına olmadığına göre bu işten kimler kazançlı çıkacak…

Masal şu anlatayım isterseniz; Hani taşı toprağı altın İstanbul’un denirdi ya, İstanbul’un taşını toprağını altına çevirerek, her karış arazisini, vakıf, orman, tarihi eser, sit alanı, her köşe bucağını inşaat alanına dönüştürerek buralardan GAP inşaat ve Çalık grubu gibi prenslerin zengin edilebilmesi için bütün bu uğraş, çaba… Yani yeni İstanbul Prensleri yaratabilmek için… Ama bu masalın iyileri kötüleri karışmış birbirine… Prensler, krallar kötü bu masalda; Çünkü gerçek sahiplerini evlerinden ederek, yerlerinden sürerek kuruyorlar prensliklerini, krallıklarını…

Halka rağmen Prens için, Kral için evleri, semtleri, tarihi yok ederek, yıkarak yeni bir Şehr-i İstanbul inşa ediyorlar…

Gerçekten güzel İstanbul’umuzun üzerinde kara bulutlar dolaşıyor; mimarlar harıl harıl projeler çiziyorlar, “günümüz koşullarına uygun konfora sahip değil bu evler, modern, bugüne uygun mutfak ve banyoları yok bu tarihi binaların, o yüzden artık işlevsel değiller” gibi asla tarihi bilinçle bağdaşması mümkün olmayan, hatta tarihi binalar için öne sürülmesinin cahilce olduğu aşikar bir yaklaşımla bu tarihi evleri, özellikle 8500 yıllık bir tarihi birikime sahip Fener-Balat-Ayvansaray’ı yıkmak, yerine dekorların arkasında birleştirme yoluyla yukarda daha önce de ifade ettiğim gibi daha büyük, daha konforlu evlerden oluşan, içinde oteller, alışveriş merkezlerinin de bulunduğu, eski tarihi ve mimari dokunun neredeyse tamamının yok edildiği yeni bir Fener-Balat-Ayvansary inşa etmek istiyorlar…

Tarihin ölümüne şahit oluyoruz İstanbul’da… Her bir tarihi binada göz göz olmuş bize bakan bir geçmişin yerle bir edilişini susarak izliyoruz…

Bu arada bir de dünya rekoru kırıyoruz galiba: böylesi güzel bir tarihi şehirken ve de hala dimdik ayaktayken, yıkılarak yerine dekoru yapılan ilk çakma-şehri inşa ederek kırıyoruz bu rekoru…

Hem de bir dünya mirası olan İSTANBUL’ u katlederek…

Aferin bize; kendimizle ne kadar gurur duysak azdır; dünyada kimsenin başaramadığı bir şeyi daha başarmış oluyoruz böylece…

1080400cookie-checkİstanbul’da tarihi katliam

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.