Toplumun kıyısında

Dostlarım beni zaman zaman toplumdışı kalmakla eleştirirler. Bu eleştiriyi bazen örtülü bazen açık yaparlar. Örtülü eleştiri sevdiğim iş değildir. Açık eleştiriye canımı veririm. Örtülü konuşana da kızamam pek: bu toplumun insanı sözü açık söylemekten çekinir. Bu çekiniklik nice anlaşmazlığa yol açar. Açık açık söylesene be kardeşim. Yaşını başını almış birine yekten sen bir toplum kaçkınısın demek yakışık almaz diye düşünüyor olabilirler. Böyle bir eleştiri en azından bu toplumun bir türlü bırakamadığı köhne değerlerine ters düşer. Gene de ben açıklıktan yanayım. Dün “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” derken bugün “Madem evlenmiyoruz o durumda ben başka bir sevgili buldum gidiyorum” apaçıklılığı bile bana ters gelmez. “Orçun’cum bu Adem da senin gibi bir arkadaşım işte” gibilerden kıvırtmalar daha mı iyi? Yayımladığım bir kitapla ilgili olarak bir dostumun geçenlerde ortaya koyduğu görüşler de saygılı bir inceliğin ürünüdür:“Kitabınızın ikinci bölümünü çok sevdim. Öbür bölümler için de kötü diyemiyorum ama en çok ikinci bölüm ilgimi çekti ve benim için yararlı oldu. Zaten siz de kitabın bir sohbet kitabı olduğunu yazmışsınız. Yani öbür bölümler de sohbet olarak hiç de kötü değil.”

Bu gibi konularda görüşlerimiz genellikle olması gerekenden yana değil olandan yanadır. Aykırılık bu toplumda hoş karşılanmaz, hepimiz bir hizada olmalıyız. Örneğin kurulu düzenin ruhuna uygun bir eğitim kitabı yazmak en doğrusudur. Kurulu düzenin öngördüğü eğitim anlayışına uymayan görüşler öne sürmek doğru değildir. Felsefede de böyledir bu: falanca filozofu seveceksek hep birlikte sevelim, falanca filozoftan uzak duracaksak hep birlikte uzak duralım. Bizim sıkıntımız nedir? Özgür düşünmeye alışık değiliz: demokrasiyi ölesiye severken baskıya da candan gönülden inanırız. Yürürlükteki görüşlere uygun düşünmeye yani düşünmemeye alıştırılmışız: ortak görüş neyse sizinki de o olmalıdır. Devlet düşünmez ve düşüneni sevmez. Dünyanın bir yerinde devletin bir konuyu enine boyuna düşündüğü görülmüş müdür? Devlet ne diye düşünsün, onun işi düşünmek değil ki. Bütün devletler dumanı doğru çıksın ilkesine bağlıdırlar. Kültür bakanlığı gibi kurumların olması devlet de düşünür görüşüne yaklaştırır mı bizi? Bu noktada hemen belediyelerin kültür merakı aklımıza gelir. Belediyeler de bir tür devlet kurumu olarak kültür şenlikleri düzenlerler. Amaç kültüre hizmet etmekten çok bir kültür etkinliği yapmış olmaktır. Anlatmıştım, başınızı ağrıtmazsam gene anlatayım. Bir gün bir belediye sorumlusu telefon etti. İstanbul’a yakın bir kentte yapılmakta olan bir kültür şenliğinde hemen ertesi gün bir konuşma yapmamı istiyordu. “Biraz geç haber vermediniz mi?” dedim. Adam pişkin. Şöyle dedi: “Biz sizin kim olduğumuzu bilmiyoruz. Ataol bey gelemeyeceğini bildirince biri sizin adınızı verdi, ben de onun üzerine…”

Benim özgür bilincim bunlara aldırmaz, gülüp geçer. Biraz acı bir gülüştür bu, dünyaya göre nerelerde durduğumuzu görmenin sıkıntısını yansıtır. Adam bir belediyeyi ele geçirmiş ya da bir belediyeye kapılanmış ya, kendini her türlü davranmaya hak sahibi görüyor. Beni çağıracak ve ben koşa koşa gideceğim, kendime göre iyi kötü ünlü olmanın yollarını arayacağım. Oysa biz başka anlayışta yetiştirdik kendimizi. Duyarlığımız bir insancının duyarlığıdır. Aykırı olmanın vergisini de ödemişizdir. Benim pagan ruhum ayda yıldızda rüzgarda, bazen bir çocuğun gülüşünde bazen bir kadının bakışında bulduğu sevinci boş düşlerde boş yüceliklerde aramaz. Bu duyarlık dünyayı anlamaya çalışırken kendini güzelliklere kaptırmış bir serserinin ya da uykusu kaçınca çadırından çıkıp gecenin müziğini can kulağıyla dinleyen bir çingenenin ya da köpeğiyle konuşan bir adembabanın duyarlığından uzak değildir. Benim pagan ruhum yaşamı sevdi ve ölüme aldırmadı, gelecekten korkuya kapılmadı, bazen işi vurdumduymazlığa vurdurarak bazen kendine kapanmayı seçerek bilincine ters düşen her şeyden korudu kendini, bu arada ihanetlerden yıkımlar çıkarmak gibi saçmalıkları yaşamadı. Göğsümden girip sırtımdan çıkacağını sandıkları oklar yakınımdan bile geçmedi. Deli dünyam geçmişle oynamaktan, yaşanmışın kıvrımlarında dayanaklar aramaktan tat almadı ve bundan tat alanları hiç sevmedi. Büyük adam olmuşlardan her zaman uzak durdu, böylece törensiz kuralsız dupduru bir dinginliği yaşadı. Küçük insandan bucak bucak kaçtı: küçüklüğün sınırsız bir sefillik olduğunu biliyordu. Benim pagan ruhum kendine de başkalarına da tutsak olmadı. Yaşlılığın en güzel armağanı bütün bir insanı kucaklamayı bilen mutlak bir yalnızlık değil midir?

645200cookie-checkToplumun kıyısında

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.