Dostlar bugün size (tanımıyorsanız) Doğan Örs’ü tanıtmak istiyorum…
Doğan Örs 68 kuşağından iz bırakan bir devrimci ve ressam Fikret Otyam ve Avni Arbaş’ın kendisinde cevher gördüğü, takdir ettiği iyi de bir ressam. Siyasi duyarlılığını resimlerine de yansıtıyor. Grizu, soykırım, direniş, özgürlük gibi kavramlar onun resimlerinde hayatla yüzleşiyor…
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 döneminde uzun yıllar mapus yatan Örs, çocukluğunda başladığı resim serüvenini cezaevinin zor şartlarında da sürdürür. Diş ve traş fırçalarını bozarak yaptığı fırçalardan çıkan eserleri Türkiye’nin büyük ressamları Fikret Otyam ve Avni Arbaş’ın beğenisini kazanır. Sol geçmişi ve eşinin hastalığı 1987’de onu Londra’ya “politik sığınmacı” olarak savursa da o solundaki cevahiri karartmayan ve her daim resim yapan içimizden birisi…
Doğan Örs ile sohbet ederken tıpkı gazeteciler gibi ressamların da işlerini aşkla şevkle yaptığını fakat kendi yaşamlarını başka işlerden kazandıklarıyla sürdürebildiklerini söyledi.
Doğan Örs devrimci bir ressam olarak, eserlerini de daha çok emekten yana olanların almalarını, özgürlüğün konuşulduğu evlerin duvarlarına asılmasını istiyor. Fikret Otyam’ın kendisini, “Maden işçisi parası olsa altın alır, resimi ne yapsın? O kendisinin sünetlik, babasının da hatıra fotoğrafını duvarına asar” diye teselli etmesi de pek işe yaramamışa benziyor.
Türkiye’de kaçak, Londra’daki sürgün yaşamında da arkasında hep resimlerini bırakmanın hüznünü yaşayan Örs, “Resimler bebek gibidir, korumanız gerekir. Burada bile koruyamadım” diyor ve ekliyor:
“Londra’da çalıştığım büyük boy resmi alan demokrat bir işadamı resmi üçe bölmüş, benim fırçamdan çıkan bir resmin üzerine çiviyle başka bir resim asıldığını da gördüm. Resim aristokrat işi. Resim yaptığında 300 metrekare yerin olmalı. Resmi dinlendireceksin, soğutacaksın, kurutacaksın… Ben terimi sürüyorum resme. Burada da direniyorum. Yoktan var ediyorum. Tane tane çalışıyorum.”
Örs ressam duyarlılığıyla, “Benim gibi düşünen, beni tanıyan ya da resimden anlayan arkadaşlarda da resimlerim olsun istiyorum” diyor… Türkiye’nin büyük ressamları Fikret Otyam ve Avni Arbaş’ın bize mirası ve Londra’da içimizde yaşamasını bir şans olarak görmemiz gereken Doğan Örs’ün sesine kulak vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Londra’da Anadolu esintili o güzel restoranlar, câfeler, avukatlık büroları, muayenehaneler, klinikler, kuyumcular, eczaneler velhasılı evlere Doğan Örs resimleri gerçekten çok yakışacaktır.
Reproduction denilen baskıyla çoğaltma resimlerin yerine gerçek resimlere yuva olan evlerdeki çocukların sanat beğenisi de daha gelişkin olacaktır. Üstelik bir insan; sanata verdiği değer, dünyayı gezip görebildiği ve sevip sevildiği kadar zengindir.
Ben Doğan Örs dostumun fırçasından çıkan eserlerin okur dostlarımla buluşmasını çok istiyorum. Doğan Örs’ün 200’e yakın resminin 2016’nın ilk aylarında Londra’da sergilemesini de yürekten destekliyorum. Dostlarımın sergi öncesinde eser seçme şanslarını çoğaltmak için de sanatçının telefonunu isteyene büyük bir zevkle verebilirim. Bunun için bana e-posta atmanız yeterli…
Doğan Örs “Resmettiğin konulardan para bol kazanamazsın” diyenlere, “Para için yola çıkmayacaksın!10 yaşında kızlar 10 dolar karşılığında satılıyorsa, bu beni incitmeli. Eğer resmetmezsem ‘senin sanatçılığına tükereyim’ deseler yeri olur” diyecek kadar sanatçı.
Çok rahat bir yaşam fırsatına karşın başka hayatları düşündüğü için işkence, sürgün ve hasretliği özgeçmiş edinmiş, sadece Denizler asılmasın diye imza topladığı için 3 yıl mapus yatan, Hüseyin İnan’ın soyadını, Sinan Cemgil’in adını oğullarına isim seçen Doğan Örs’e toplum olarak çok şey borçluyuz. Onun farkında olmanın, resimlerine değer verdiğimizi göstermenin tam zamanı. Geç olmasın n’olur…