Yaşasın düşlerimiz

Çoktandır düş göremiyorum. Zaman zaman rahmete kavuşmuş yakınlarım girerdi düşlerime. Şimdi nedense onlar da çekildiler. Düşlerde ölmüşlerini görmek bir tür özlem gidermek mi oluyor ki yüreğimize acı bir tedirginlik koyup gidiyor?

Rahmetli annem düş görmekte ustaydı diyebilirim, sonra da gördüğü düşleri bir takım kalıplara göre kendi kendine yorumlamaya kalkardı. Bazen çok korkulu şeyler söylerdi. Bazen de iyilik haberleri verirdi. Çok yoksul olduğumuz için iyilik haberlerinin başında “kısmet” bildirileri vardı. Hele balık gördü mü sevincinden uçardı. O gördüğü balıklar babamın rüşvetçi arkadaşlarına bile iyilikler taşıdı, lakin bize pek bir şey getirmedi. Annemin kötümser yorumlarına da iyimser yorumlarına da bir şey demezdik: kötümserlik yaşam savaşı verenlerin dünyasında geçicidir, iyimserlik güç verir, iyilik dilemek her zaman iyidir.

İnsan dünyada bulamadığını düşlerde arayan bir varlık değil mi? Düşlerimiz olmasaydı ne yapardık biz? Gerçekte düşleri de kendi ruh durumumuza göre görüyoruz: iyi bakarsan iyi şeyler görürsün, kötü bakarsan kötü şeyler görürsün. Efendim? Gelecekten korktuğumuz zaman düşler kötüdür, gelecekten umutlandığımız zaman düşler iyidir.

Ben yıllar yılı çok güzel düşler gördüm. Bazı değişmez düş kalıplarım vardı. Bunlardan biri şöyleydi: önü kesik bir uçakta en ön koltuklardan birinde yer bulabilmişim, bulutların, rüzgarın, maviliğin, yeşillerin içinden gidiyorum. Aşağıda akarsular ki herbiri bir ayrı güzellik. Yanımdakileri hiç tanımıyorum, onlarla ilgilenmiyorum. Zaten son dakikada yetişmişim uçağa. Korkulu bir sevinci yaşıyorum. Her an düşebilirim, altım boşluk, önüm boşluk. Ama öyle güzel bir boşluk ki o boşlukta yitip gitmek de pek hoş. Gene de ürperiyorum. Ne garip değil mi? Kaldı ki bende uçak korkusu diye bir şey yoktur. Zaman zaman yaşamımın bir uçak kazasıyla son bulacağını düşünmüşümdür. Gene de uçağa binerken tedirgin değilimdir.

Bir başka düş kalıbım da şöyleydi: uçağa pek de benzemeyen ve hafif bir gürültüyle ya da daha doğrusu tekdüze bir vızıltıyla uçuşan bir takım araçlar bir savaşın içinde birbirleriyle kıyasıya çarpışıyorlar. Bunlar uçak ama herbiri ayrı ve şaşırtıcı bir görünümde. Onların çarpışmalarını izliyorum, bazılarının yakınlara bir yerlere düşüşünü izliyorum. İçim ürperiyor. Bir başka düş kalıbım, karanlık ve çok ama çok engebeli, aynı zamanda çok uzun bir yolda koşmak. Bir şeylere yetişmeye çalışıyorum. Neye? Ben de bilmiyorum. Düşe kalka gidiyorum, ayaklarıma taşlar, kocaman kocaman kesekler takılıyor. Üstelik bu yol iki tane. Ben daha başlangıçta sağdaki yola sapıyorum. Gerçekte yokuşa vuran öbür yolun nereye gittiğini bilmiyorum. Zaten bu yolun da nereye gittiğini bilmiyorum. Soluk soluğa koşuyorum. Neye yetişmekte olduğumu yani neden koştuğumu hiç bilmiyorum. Belli bir sona varmadan ya uyanıyorum ya düş dağılıp gidiyor.

Çoktandır doğru dürüst düş görmüyorum. Belki de yaşlanmanın bir sonucu bu. Belki başka bir nedeni ya da hatta başka nedenleri vardır, bilemem. Yaşlılıkta uykular azalıyor ve tatsızlaşıyor. Uyumak için düpedüz çaba gösteriyorsunuz. Düşler bu koşullarda gürültüye gitti belki de. Düş görmediğim için üzülüyor değilim. Çocukluğumdan bu yana karabasanla pek ilgim olmadığı için düş görsem de olur görmesem de diyorum. Ama düşlerin ara sıra uykularımı renklendirmesi hoş oluyordu. Bazen belli belirsiz bir takım imgeler görür gibi oluyorum ama uyandığımda hiçbir şey seçemiyorum. Bu sabah şafak sökmeden uyandım. Bir süre yatakta döndüm durdum. Bu arada madem ki düş göremiyorum, şöyle güzelinden bir düş yazısı tasarlayayım dedim. Eh, sabahın seher vaktinde alamadın veremedin düş üzerine ciddi yani bilimsel bir yazı yazmaya kalkıp kendimi gülünç edecek değildim ya.

Evet, dostlarım, işte bu yazıyı yazdım ben de. Gördüğünüz gibi pek bir şeye benzemedi. Başka bir yazı mı yazsaydım? Ne yazsaydım? Bendeniz doğma büyüme İstanbul’lu olmadığım için İstanbul’un köylüler elinde ne kadar köylüleştiğini, bizim gibi “soylu”ların bu işten çok zararlı çıktığımızı falan yazmak bana düşmüyor. Bizimki havaiyat. Siyasetten hiç ama hiç anlamayan, edebiyattan zorunlu nedenlerle hemen hemen yüzde yüz elini çekmiş olan ya da açıkçası kovulmuş olan, felsefe yapmaya kalktığında kolları bağlıymış gibi duygular yaşayan bir adam anlatsa anlatsa ne anlatacaktır dostlarım? Elbette düşlerini anlatacaktır. Düşlerini yani göremediği düşlerini. Düş görmek de düşlemek de artık bizlere uzak düşüyor. En iyisi eski aşklarla avunur gibi eski düşlerle yetinmek. Gene de yaşasın düşlerimiz! 

641370cookie-checkYaşasın düşlerimiz

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.