Yaşamı boyunca sendikacı

İSMAİL BAYER – İstanbul’da Teşvikiye Camisi’nin önü. Ilık bir İstanbul günü. Bizlerden ayrılıp, uzun bir yolculuğa çıkan, yaşamı boyunca sendikacı olarak görev yapan ve sendikacı olarak aramızdan ayrılana, son görevimizi yapıyoruz. İş ve sendika çevresinden, hocalarımızla, dostları, birlikteyiz.
Eski TİSK Başkanı, KİPLAS’ın Başkanı, Refik Baydur’u uğurluyoruız. 1929’dan 2016 sonbaharına uzanan, Tercan’da başlıyan ve İstanbul’da noktalanan bir yaşam çizgisi.
Anadolu coğrafyasını, çocukluğunda tanımış bir yönetici. Kırşehir, Kars ve Erzurum’da süren ve öğrenciliğinin son noktası olan, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi. Öğrencilik dönemi.
1953 senesinde bankacılık sektöründe başlıyan çalışma yaşamı. Akbank ve Halk Bankası sürecinden sonra, yeniden özel sektöre  geçiş. Yöneticilik görevleri ve bu  görevlerinin yanısıra, sendikal yaşama da geçişi. Kimya sektöründe başlıyan sendikacılık yaşamı.
Sendika ve toplu iş sözleşmesi düzeninin, yani 274 ve 275 sayılı, Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde, 1963 yılında çıkan yasalar ve yeni sendikal dönem. 1963 den itibaren, KİPLAS İşverenleri Sendikası Yönetim Kurulu Üyeliği, İcra Komitesi Başkanlığı, Yönetim Kurulu Başkanlığı. Ve KİPLAS’da verilen son nefes.
KİPLAS’a parelel olarak, 1964 yılında başlıyan, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), sendikal yaşamında, ikinci sendikal şapkası. Yönetim Kurulu Üyeliği, Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği, 1989 dan 2004 sonuna kadar da, TİSK Başkanlığı.
Yaşamı boyunca sendikacı, başlığını kullanmamızda sanırım haklıyız. Yarım asırı aşan bir süreç.
Önceki yıllarda, yine bir cami avlusu, Şişli Camisi’nin avlusu bu kez. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu  (DİSK)  Başkanlığı yapan, sendikacı-politikacı, bir başka duayen Kemal Nebioğlu’nun cenazesinde, Refik Baydur ile karşılaşıyoruz. Gözleri buğulu. Yıllarca karşı karşıya sendikal mücadele içinde yer almışlar, ama aralarında ki saygı ve sevgi bir başka. O nedenle de cenazede, ön safta son görevini yapıyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda, 30 yıla ulaşan görevim süresince ve görev sonrasında da, takılmalarla, serzenişlerle, ama hep karşılıklı diyalog ve saygı sınırları içinde yürüyen bir ilişki. Onun için de, son görevimiz için Teşvikiye Camisi’nin avlusunda, onunla çalışmış, onu sevenleri, ailesi, yakınları, dostları hep beraberiz.
Bir kaç anı ile onu son yolculuğunda, yeniden selamlıyalım diyorum.
İş Müfettişi olduğum süreçde, bazı toplantılarda karşılaşma dışında, pek diyaloğumuz olmamıştı. 90’lı yılların başları. Çalışma Genel Müdürü’nün değişeceği ve benim bu göreve gelme olasılığım sürecinde, bu değişikliğin gerekli olmadığını, yetkililerin, dönemin Bakanının yanında benim de bulunduğum ortamda, açıkça söyleyerek, tutarlılığını da göstermişti. O yüzden, özellikle saygı duymuştum. Düşüncesini açıkça belirtiyordu. Kapalı kapılar arkasında, farklı konuşmuyordu.
Çalışma Genel Müdürü olunca, randevu alarak ziyaretime geldi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın o zaman ki binasında, işçi sendikası yöneticiliği yapmış, rahmetli Bahir Ersoy’un Bakan olarak çalıştığı odada görev yapıyordum. Öğle tatili saatlerinde ve randevu saatinden çok önce gelmişti. Kapı açıktı ve çalışıyordum. Sekreter odaya aldı hemen zaten. Biraz şaşırmıştım erken gelmesine. Etrafı gözlemleyip, masanın üzerindekilere baktıkan sonra, o an tesadüfen masanın üzerinde bulunan bir kitap dikkatini çekmişti.  Peter Drucker’in İş Bankası yayınları arasında çıkan kitabı. Hoşgeldin girişlerinden sonra, “Böyle kitaplar da  okuyormusun” ilk sözü olmuştu. Çok iyi hatırlıyorum. Ben de kaşılık olarak, faklı görüşler okumak, hayata bakışımız olduğu kadar, görevimiz de diye belirtmiştim. Ve hemen arkasından da, Drucker’i okuduğum gibi, Komunist Manifesto’yu da okuyorum diye yanıt vememe de, böyle bir yanıt beklemediği için, o şaşırmıştı bu kez.
Böyle başlıyan diyaloğumuz, yıllarca, şiirlerle de, karşılıklı atışmalarla da sürdü hep. Anlatıyoruz, dinliyorsun, tartışıyoruz, ama görüşlerimiz dikkate alınmıyor diye yakınırdı. “İş güvencesi” konusunun gündem de olduğu günlerdi. Biraz farklı düşünmekten kaynaklanan bu durum nedeniyle, daha önceden sürdürülen ilişkilerden farklı bir durum vardı sanırım. Ama görevim süresince, karşılıklı saygı ve dinleme konusunda, diyaloğumuz hep olumlu bir şekilde sürdü.
KİPLAS, bu günkü yeni binasına taşınmıştı. Açılışına gidememiştim, ama daha sonra ziyaretine gittiğimde, bazı kitaplar götürdüm. Tatil-i Eşgal Kanunu ile İşveren Sendikacılığı, bir kitap daha vardı. Kitapla kutlamaya geldiğimede şaşırmıştı. Şimdi oranın kütüphanesinde bulunuyor mu o kitaplar, bilemiyorum.
Yapamıyacağımı veya yapılamıyacağını açıkça söylüyordum. Görevden ayrılıkdan sonra da, hep aynı çizgiyi sürdürdüm. Bu biraz zor oluyordu doğrusu. Görevde bulunduğu sırada farklı tutum içinde olanların, görevden ayrdıkdan sonra farklı tutum içine girmelerinin değerlendirmesini yaparken de, gülümsemesini eksik etmezdi. Bak bizim görüşlerimize geldi derdi. O “gelme”yi dile getirenlerin, daha sonra nasıl söylemlerinin ve görüşlerinin dikkate alınmak bir yana, savunduklarının ciddiye bile alınmadığını da, hep birlikte gördük.
Bir siyasi partiye üye olmak, o siyasi partinn görüşlereri çevresinde hareket etmek, onun bağımsız kişiliği ile pek uyuşmuyordu. O yüzden, parlamenter yola yönelmedi sanıyorum. Görüşlerini değişik kişi, grup ve partilere aktarırken, o çizgisini hep sürdürdü. Düşünceleri açısından dik durdu diyebilirim. Bazı görüşlerine katılp katılmama konusu ayrı, ama görüşlerini zamana ve zemine göre değiştirmez, sadece uslubünü ona göre ayarlardı.
O yüzden de, KİPLAS Başkanı olarak, TİSK Başkanı olarak da,bir isim bırakmıştır. Muhalifleri bile bunu kabul etmişlerdir.
Tercan’da doğup, geldiği nokta ve yaşam süreci konusunda, Cumhuriyeti, demokrasiyi sürekli savunan, Atatürk’e de büyük hayranlık ve saygı duyan bir insandı, Refik Baydur. Sendikal konularda anılarını, görüşlerini aktaran kitaplar da yazdı. Atatürk’e olan sevgisi ve hayranlığını aktaran çalışmaları da oldu.
Teşvikiye Cami, onun son yolculuğuna başlıyacağı durakda, onu kendisi de uğurluyordu. Rahatsızlığına rağmen, son kitabını da tamamlamıştı. Ve yine Atatürk üzerine düşüncelerini aktarıyordu. Bu kitabına isim ararken, ismide torunu koymuştu.
Kitabının adı, “1919+19” ve altında Mustafa Kemal’in sözüne yer vermişti. “Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda olmayacak”
Ne yazık ki, bu kitabının matbaadan çıkmış halini göremedi. Sayfalarını karıştıramadı, koklayamadı bu kitabını.
18 Eylül 2016 günü gözlerini yumarken, kitabı da baskıya veriliyordu.
Güzel bir ğurlama için bir günde kitabın baskısı tamamlanıp, 20 Eylül sabahı, paketlenen kitapları da Teşvikiye Camisi’nin avlusunda, kapıda yerlerini almışlardı.
Son yolculuğuna uğurlamaya gelenler, Refik Baydur’u yolcu ederken, bu kitabın sayfalarını karıştırarak uğurluyorlardı.
Işıklar içinde olsun.
____________
İstanbul. 20 Eylül 2016. Salı.  [email protected]
2028140cookie-checkYaşamı boyunca sendikacı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.