Turizme dair yazıp çizenlerin sektörü ilgilendiren her konuyu büyük bir iştahla gündeme getirme çabalarına ve her türlü değerin sorgusuz sualsiz turizm sepetine doldurulmasına oldum olası ‘gıcık’ olmuşumdur. Belki de bu yüzden geçtiğimiz yıllarda ‘anti –turizm’ kategorisine girebilecek türden onlarca yazı yazdım.
Turizmin tek kurtarıcı ekonomik model, cari açık yamalığı gibi sunulmasını ve bütün bir ülkenin her şeyiyle bu devasa pazarın hizmetine sokulması projelerinin akıllara zarar sonuçlarından söz ederken, ‘kararında’ ve kıvamında yapılan bir turizmin her toplum için oldukça yararlı bir alışveriş olduğunu da unutmadığımın altını da çiziyordum tabii.
Ancak benim altını çizdiğim turizm çerçevesinin bir süredir dünyanın birçok ülkesinde hem de çok katı denebilecek kurallarla uygulamaya konulduğunu ve bu uygulamanın çok da başarılı sonuçlar verdiğini görmek insanın yüreğine su serpiyor.
Küreselleşme rüzgârına karşı yavaş kentler
Yaklaşık iki yıl önce haberdar olduğum ve İtalya’da ortaya çıkan ‘Citta Slow’ (Yavaş Kent) hareketinin izleyeceği seyri açıkçası ben de merak ediyordum. Çünkü başlangıçta küreselleşmenin yarattığı vahşi kapitalizmin bütün olanaklarıyla abandığı Ortaçağ’dan kalma narin kentlerin bu rüzgâra ne kadar karşı koyabileceğine dair endişelerim vardı.
Oysa bu gün gelinen noktada, benim gibi birçok insanın endişelerinin kaybolmasının yanında heyecan verici düzeyde bir gelişim seyri izliyor bu hareket. Çok değil, bundan yalnızca on yıl önce ortaya çıkan Yavaş Kent hareketi, bugün sayıları 100’ü geçen üyeleriyle dünyanın her köşesine yayılıyor.
İlk başvuru Seferihisar’dan
Belçika’dan Güney Kore’ye, İngiltere’den Polonya’ya dünyanın birçok ülkesinde, nüfusu 50 binin altında olan ve yavaş kent felsefesini benimseyerek sertifika alan kentlerde yavaş yaşamın sembolü olan salyangoz logolu bayrak dalgalanıyor.
Yavaş kentlerin bir tür yeni ‘Hippi’ hareketi olduğuna dair yorumlar olsa da içerdiği söylemin daha çok kentsel bütünlüğe vurgu yapması ve geleneksel değerlere yönelik korumacı tavır bu yorumları boşa çıkarıyor. Yavaş şehir olabilmenin önkoşullarından kısaca söz etmek gerekirse; çevre, mimari, ekoloji, organik tarım, sağlıklı beslenme, yerel tatların korunması, eğitim ve yerli kaynakların doğru biçimde kullanımı gibi belli başlı konuları sayabiliriz. Bütün bunların yanında günümüz hız çağının insan doğasını allak bullak eden akışına bir tampon oluşturmak. Kısacası, kentsel yaşamın yoğun temposunu ‘asgari’ seviyeye çekmek… Türkiye’den bu sertifika için başvuran kentler arasında Seferihisar ve İğneada’nın adı geçiyor.
Yavaş yavaş Kaş…
Aslında yazının başından beri sözü dolandırıp konu hakkında birkaç ayrıntı aktarmamın nedeni, iki kelimeyle Kaş’ın nasıl yavaş bir şehir olduğunu vurgulamak. Birkaç yıl önce büyük kentlerden gelip Kaş’a yerleşenlerin söylediği, “ Kaş’ta bir günde iki iş yapılmaz” sözü, bugün o yıllardaki gibi söylenmese de yine de bu yavaşlığından fazla bir şey yitirmedi Kaş. Yoğun sezondaki üç aylık ‘hızlı’ dönemi saymazsak, yılın dokuz ayı zamanın insan ve doğa üzerindeki o yumuşak akışını hissedebileceğiniz bir yer burası.
Lütfen Kaş’ı sosyeteye tanıtmayınız!
Kaş’ın Akdeniz’deki diğer benzerleri gibi zamanın yavaş aktığı kentlerden biri olması, gelişmeci ve modernleşmeci mantığın aklını bloke ettiği birçoklarınca dezavantaj gibi algılansa da bunun bir değer olduğunun farkında olanlar da var. Geçtiğimiz ay Kaş’taki tatil anılarını yazarken kaldığı otelden dert yanan ve “Dünyanın her yerinde şehirlilerin tatil anlayışı değişiyor. Sadece güzel bir deniz ve doğadan daha fazlasını temsil ediyor insanlar. Başka kriterler devreye giriyor: İnternet hızı, odaların fonksiyonelliği ve mutfak belirleyici oluyor. Bu gibi kriterlere göre tatil yapmak isteyenlereyse Çeşme ve Bodrum’dan başka bir yer hitap etmiyor maalesef” diyen Oray Eğin’in yazısını okuyanlardan gelen yorumlar bu farkındalığın en güzel örneklerini sunuyordu: “Kaş’a ulaşmak zaman ve sabır ister, Kaş beach tatilcilerinin, gece eğlencesi isteyenlerin beklentilerini karşılamaz. Bunları sağlayan birçok kasaba, şehir varken, lütfen Kaş da onlara benzemesin! Bu ülkede kendimizi ait hissettiğimiz yerlerin sayısı zaten çok az. Bir de onları kaybetmeyelim… Kaş’tan bir Türkbükü-Alaçatı yaratmak mı? Allah gecinden versin. (Gerçi böyle giderse kaçınılmaz olacak.) Lütfen Kaş’ı İstanbul sosyetesine, elitine, zenginine daha fazla tanıtmayınız. Sizin kalite çıtasını yükseltmek olarak tanımladığınız gelişme bizim sevdiğimiz Kaş’ın vefatı olacaktır. Biz mevcut kaliteden memnunuz, Kaş’ı bu haliyle seviyoruz. Bırakın böyle kalsın.”
Şişeden çıkan cin…
Kaş dâhil, Akdeniz kıyı bandındaki birçok küçük kent ve o kentlerin mütevazı insanları yıllardır aslında Citta Slow kriterlerini, biraz da zorunluluktan ama daha çok dervişane bir yaşam bilgeliğiyle, sabırla ve emekle örerek, küreselleşme kavramının her şeyi silip süpürmeye başladığı 1990’ların başlarına kadar doğal olarak sürdürdüler. Ancak son birkaç yılda ‘cin şişeden çıktı!’. Rant ve yağma ekonomisiyle buna yaslanan bir avuç insanın hırsları uğruna bu doğal kriterler, değerler yavaş yavaş silindi ve yokoldu. Kaş’ın coğrafi be kültürel belleğinde ‘telafisi imkânsız hasarlar’ ortaya çıktı. Bunları birçok haber ve yazıda ayrıntılarıyla yansıttık.
Bu gün gelinen noktada Kaş, silkelenip yeniden o eski doğal yaşama kriterlerini anımsamalı. Dünyadaki bütün muadil kentlerdeki gibi başına gelenlerin yarattığı depresyondan kurtulmalı. Ruhunu her gün kemiren elleri, kimliğini talan eden, değerlerini çiğneyen ayakları durdurmalı. Kaş, rantiyecilerin kaderini bağladığı zincirleri kırmalı!
Belediyeden beklenen…
Kaş’a yeni umutlar vaat eden ve bu vaadinin karşılığında aldığı oylarla yeni belediye başkanı olan Abdullah Gültekin ve birçoğunun Kaş tutkusuna yakından tanık olduğumuz ekibinin, Kaş’ın önüne Yavaş Kent gibi bir hedef koymalarını bekleyenlerin sayısı bir hayli fazla.
Uluslar arası bir organizasyonun belirlediği ve gerçekten de kent kimliğinin korunmasında, geliştirilmesinde oldukça etkin olan Citta Slow sertifikası Kaş için hiç de zor bir hedef değil.
Kaymakam Süleyman Yılmaz’ın da, Kaş’ın kimliğini koruyacak, turizm kalitesini yükseltecek ve Türkiye’de böyle bir projeye öncülük edecek girişimi içtenlikle destekleyeceğine inanıyoruz. Kim bilir, bakarsınız birkaç yıl sonra Kaş’ın yamaçlarında da salyangoz logolu o sevimli turuncu bayrak dalgalanır ve Kaş, yavaş yavaş gerçek kimliğine kavuşur.