İki yıl öncesi Haziran’ıydı…
Troia kazıları başkanı Prof. Dr. Manfred Korfmann nam-ı diğer adıyla Osman ile yardımcısı Rüstem Aslan kazı alanının giriş kapısında bizi karşıladı. Osman, 60’lı yaşların olgunluğunda yeşil gözlü sarışın bir “genç”. Rüstem, 78 kuşağından. Kara kalın kaşları ve bembeyaz giysileriyle efsanelerin dilini çözen Mezopotamyalı bir ulema gibi. Her iki arkeologun da içi, yüzleri gibi gülüyor. Her ikisi de, biz konuklarını “keşfedilecekler” arasına katarak konuşuyorlar. Üstelik bilgili, mütevazı, dingin ve barışçıl ses tonlarıyla…
Antik buluntuların ayrıştırıldığı ve kırık parçaların birleştirildiği bahçedeki bir meşe ağacının gölgesine sığındık önce. Meşe ve zeytin ağaçları da bir kalıntı gibi kimlik taşıyordu bahçede. Sonra tahta sandalyelere kurulduk. Ötede bir leğende çalışanların önlüklerini yıkıyordu köylü kadınları. Bir köpek umarsızca uyuyordu yanı başımızda. Çaylarımız gecikmedi.
Bu toprakların üstünde 4 bin 500 yıl boyunca üst üste 9 kent kurulmuş. Ve bu topraklar Paris ile Helen’in aşkının neden olduğu 10 yıl savaşlarına tanık olmuş. Çok değil 85 yıl önce de Troia’ya kuş uçuşuyla birkaç dakika uzaklıktaki Avrupa yakasına, bir tüfek dipçiği gibi ulanan Gelibolu yarımadasında yüz binlerce asker toprağa düşmüş.
Osman, Türkçe konuşuyor hem de teklediğinizde sözünüzü tamamlayacak kadar iyi. Alman olmasına karşın kendisini Troia’lı olarak tanımlıyor. Hani haksız da değil. Yunanlıların “hileli tahta at” öyküsünü bilirsiniz. Troia’lılar bu kanlı savaşı yitirince Avrupa’ya göçmüşler. Bir başka deyişle bugün Türkiye’yi AB kapısında bekleten Almanya’nın da içinde olduğu ülkelerin kökeni Troia’ya kadar uzanıyor.
Osman Türkiye’yi çok seviyor ama bazı şeyleri de anlamak da zorluk çektiğini söylüyor. Örneğin Troia kazı alanının da içinde bulunduğu Milli Park girişine bir tabela bile dikilmemiş. Belediye’den istedikleri 10 bank bürokrasiye takılmış. Kendi özel çabasıyla Alman şirketi Mercedes Benz ve Daimler Chrysler ile Simens şirketlerinden destek sağlamasına karşın Türk şirketleri her nedense ilgisiz kalmış.
Troia kazı alanına bu yıl 500 bin ziyaretçi bekleniyor. Osman ile Rüstem ziyaretçi akınından çok hoşnutlar ama “Gelirin hepsi bakanlığa gidiyor. Oysa gelirin yüzde 20’si buraya kalsa kazıdaki ödenek sorunu çözülür” diye dert yanıyorlar.
Osman’ın kaygıları kazı alanıyla sınırlı değil. “Burası Milli Park ilan edilmesine karşın, bu alanda yaşayanlar bilinçlendirilmedi. Rasgele ateş ediyorlar. Kuşların göç yolu bu toprakların üzerinden geçiyor. Onları gücendiriyorlar…” diye konuşuyor.
“Eskiden Ege denizi, Troia’ kale duvarlarını yalardı. Şimdi antik kale ile deniz arasında göz alabildiğince uzanan bereketli alüvyonlu topraklar var” diyor usta arkeolog ve ekliyor, “Köylünün ilk kez ilaçladığı topraklar var. Ben diyorum ki Almanya’da organik tarım için toprakların ilaçlardan arınması 15-20 yıl sürdü. Yapmayın! Topraklarınızı bozmayın… Ah! Dinletemiyorum”
Osman bir sorumu da “Buradaki kazılar 20 yıl daha sürer. Biz kazıyı sürdürken, gün ışığına çıkardığımız kalıntıları hazmetmeliyiz de…” diye yanıtlıyor. Tabii her şeyin başı ödenek…
Rüstem söze bir başka açıdan giriyor; “Devletin yetersizliğine karşın ‘Troia dostları’ ellerinden gelenleri yapmalı.” Rüstem kara kaşlarını kaldırarak, “Yurt dışındaki Türkler daha duyarlı. Anadolu’dan göçenler, kalanlardan daha çok kıymet bilir” diye savını sürdürüyor.
Osman ile Rüstem, Londra’ya geldiklerinde Anadolulu göçmenlerle bir araya gelip Troia için neler yapılabileceğini tartışmak istediklerini söylüyorlar. Onlara misafirperverlimizi göstereceğimizi söylüyorum. Ne de olsa Troia’lularla yazgımız aynı. Biz de Anadolu’dan Avrupa’ya göçmedik mi?
Sonra bu topraklarda kök salan yaşlı bir zeytin ağacından yeşil zeytin dolu bir çatal dal koparıyorum Londra’ya getirmek üzere. Savaş yorgunu topraklarda zeytin ağaçları boşuna yeşermiyor…
18-24 Mayıs Dünya Müzeler Haftası kutlu olsun…