İz bırakan lambalar

Bu belki binlerce kitap içinden tesadüfen seçilip okunan bir kitap, hiç planlanmamış bir karşılaşma anı yada belki kıyısından yakalayıp seyrettiğiniz bir televizyon programında daha önce hiç görmediğiniz, tanımadığınız birinden duyulan birkaç cümle bile olabilir.


Tesadüfen seyredilen bir televizyon programında yüzünü daha önce görmediğiniz, o hiç tanımadığınız ağızdan çıkan lambalar, ışıklar, Paris sözcükleriyle insan kendini bir anda Paris’te içinde yüzlerce eski-yeni lambanın bulunduğu bir dükkanın içinde bulabilir. Ve tesadüfler insan hayatını belirleyebilir.


Bir tesadüfün bizi getirdiği Ara Kebapçıoğlu’nun lambalardan kurulu dünyasına, o eski, küçük Paris dükkanına girerken kafamızda açılacak pencerelerden habersizdik. Kendisiyle tanıştığımız dükkanının giriş bölümünde etrafımızda bulunan değişik lambaların etkisiyle de farklı bir yerde olduğumuzun farkındaydık. Ancak dükkanın ikinci bölümüne, arkadaki atölye bölümüne geçip Ara Beyin  eski bir yağ lambasını eline alıp yakmasıyla başlayan lambaların tarihine yaptığımız yolculukla birlikte  bulunduğumuz yerden, zamandan bir anda başka yerlere, zamanlara gidiverdik.


İlkçağlara, insanın ateşi bulduğu ve aydınlanmak için bitki yağları, hayvan yağları kullandığı zamanlara, belli figürlerde kullanarak yağ lambalarına asıl zerafetini veren eski Yunan’a, Roma’ya, yağ lambalarının bakımının, kullanımının zor olmasından dolayı daha ziyade mumum kullanıldığı ortaçağa..Ve aydınlanma için yağ dolu bir hazne ve içinde bu yağla yanan fitilden ibaret olan basit sistemden  aydınlanma adına ilk ilerlemenin yaşandığı 18. yy’a.. Lambanın kontrolsüz yağ yakmasını engelleyecek ve ışığı daha iyi, net verebilecek düz fitilin bulunduğu Proust’un, Argand’ın ve bütün gelişmeleri kendinde birleştiren Quinquet’in yüzyılına. Belkide en önemlisi Descartes ile başlayan Rousseau, Hume, Kant ile devam eden, insanı kendi aklının dışındaki tüm güçlerden, kendini kutsala dayayan tüm güçlerden kurtaran, insanı üzerindeki dünyevi ve uhrevi tüm otoritelerden arındıran ve bir anlamda onu yalnız bırakan dolayısıyla yalnız kaldığında değer yaratan bir varlığa dönüştüren Aydınlanma Çağı’na gittik. Ara Beyin de çok güzel belirttiği gibi aslında ışıklardaki gelişme ile Aydınlanma Çağı arasındaki ilişki ilginçti. Zira lambalar kendi tarihlerine yansıyan gelişmelerle hakikaten her manada aydınlanmayı anlatıyorlardı.


Böylece geldiğimiz 18. yy’da adını çeşitli vesilelerle kafamıza yerleştirmiş olduğumuz ama önemini layığıyla bilmediğimiz Lavoisier ile tanıştık. Yanma olayına ilişkin , yanan maddenin ne olduğu bilinmeyen bir madde çıkarmasıyla yanmanın gerçekleştiğine dayanan eski Yunandan gelen inanışları ortadan kaldırıp, yanma için oksijenin varlığından söz eden, Akademi üyesi, saray danışmanlarından ve devrim sonrasında da Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yok denerek daha yapacak çok işi olan  kafasını bir saniyede giyotinde kaybeden Antoine Laurent Lavoisier ile karşılaştık.


Lavoisier’in lambalar için önemi açıktı. Zira yanma oksijen ile geçekleşiyorsa oksijeni lambada daha fazla tutmanın yolları aranacak demekti. Ve değişik şekillerdeki camlarla fitili çevreleyen , daha iyi ışık veren lambalar böylece ortaya çıkmış olacaktı.


Değişik şekillerde camlarlarla, üzerinde belkide dönemin önemli olaylarını anlatan, içindeki ışıkla aydınlanan bu resimli camlarla, fitili örten cam fanusun içine ışığa gelen sinekler düşmesin  ve lambanın işleyişini engellemesin diye yapılan süslü kapakları, ince düşünülmüş yağ hazneleri ile birbirinden estetik yağ lambalarından sonra  atölyede, masadan biraz uzaklaşıp duvarda asılı lambalara döndüğümüzde ise koku, isi, bakımı ve zahmeti ortadan kaldıran gazla aydınlanmanın gerçekleştiği 19 yy’a gidecektik. Gaz, evlerden ziyade büyük şehirlerde ana sokakları örneğin Londra köprüsü, Paris Opera meydanı gibi alanları aydınlatmada kullanılacaktı.


Lambaların yolculuğunda aydınlanma ile ilgili gelinen son nokta hepimizin bildiği elektrik ve Edison’du. 1879 yılında elektrik ampulünü bularak elektriği her yerde kullanılır hale getirip birazda ticari mantıkla aydınlanmayı sürekli, zahmetsiz, kokusuz, yağsız bir hale getiriyordu Edison.


Bütün bu uzun yüzyılları kapsayan sevgili Ara Beyin bizi çıkardığı bu yolculuk sonunda insan lambaların geldiği noktayı, gideceği noktayı tıpkı insanın geldiği nokta gibi ve gideceği yer gibi düşünmeden edemiyordu. İnsan için  daha gidilecek bir yer var şüphesiz. Zira insan bir potansiyel, daha kendini tamamlamamış, hala öğrenen, keşfeden bir potansiyel.İşte bütün bu yolculuk sonunda insan gelinen yeri, gidilecek yeri, arada kaybedilenleri, örnegin, kolay, zahmetsiz elektirikli aydınlanma ile o eski lambaların cam fanusları, işlemeleri, seramikleri, birlikte yandıklarında etrafa saçtıkları değişik tonlarda ışıklarıyla  sizi çok naif bir şeye dahil hissettiren o eski lambaların yok olmuş estetiğini, kaybedilenleri insan bir an ister istemez düşünüyordu.


İşte Paris’te böyle lambalarla dolu Lumière de l’oeil adlı küçük bir dükkan, sahibiyle birlikte, bu lambaları saklayan, koruyan, belki kullanıcılarının giderek azaldığı bu lambaları üşenmeden tamir eden, biriktiren, onları yaşatan sahibiyle birlikte nasıl bir hızla geçtiğini anlayamadığımız zamanı neredeyse durduruyor. Ara Kebapçıoğlu insanlık tarihinin o upuzun yüzyıllarını küçük bir ana sığdırıyor….


Biz bir tesadüf ile onunla tanıştık ve o küçük ana dahil olduk. Kimbilir belki bu yazıyı tesadüfen okuyan birkaç kişi de tüm zamanları tek bir anda küçük bir dükkanda  hissedebilecekler ve tesadüflerin insan hayatında nasıl iz bırakabileceğini düşünecekler…..

702530cookie-checkİz bırakan lambalar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.