“Akşehir otobüsünde 3 numarayı ayırtmıştım” dedim… Sabahın köründen buyana çalıştığı belli olan görevli, çay lekeleriyle desenlenmiş deftere baktı… “Biz sizin yerinizi bir bayana vermişiz. Sizi de 40 numaraya yazmışız” dedi. “Tamam. Farketmez” dedim.
İstanbul garajında Konya’ya gidecek otobüs yazıhanesinde gece yarısına 5 kala “Son otobüse yetişmiş olmanın huzuruyla” plastik sandalyelere kurulduk. Beni uğurlamaya gelen dostum Ali İhsan, “Sen artık git” sözüme kulak asmadı…
Yazıhanenin diğer köşesinde kadınları kesen “bıçkın” bize doğru yürüdü. Çamurlu ayakkabılarının topuğuna basıyordu. Beyaz çorabı ile bağrındaki kılları gösteren düğmeleri açık beyaz gömleği ahenk içinde, pantolon ve çeketi zıtların birliğiydi. Tesbihini burun hizamda takla attırarak, “Birader…” diye seslendi.
Yüzüne baktım. Bıyıklarını burdu. “Bak birader” dedi, “Bu yazıhaneye senin bacın ve karın da gelebilirdi… Biz senin 3 numaranı bir bayana vererek ne kadar harbi olduğumuzu gösterdik.”
Ali İhsan ile “Nereden çıktı bu hanzo” dercesine bakıştık… “Bak birader” dedim kendi sözüyle, “Sen benimkiler için kaygılanma. Erkek yanına oturabilirler” diye yanıtladım.
Tesbihin turu hızlandı. Beyin melekelerinin kısa devre yaptığı anlaşılıyordu zaarın. Sert bir dönüşle pergellerini de genişçe açarak köşesine gitti. Ali İhsan “Allah akıl fikir versin” dercesine kaşlarını kaldırdı, başını salladı… Masadaki görevli “Aracımız terminale yanaştı…” anonsuna başlamıştı ki, bizimkisi kendisine benzer 2 bıçkınla yanıbaşımızda bitti. Çeketi çıkmış, omuzlarını da dövüş horozu gibi kabartmıştı. Posta koyan bir ses tonu ve “r”nin üzerine basarak “Bak hele biRaderrr!” dedi.
Doğadaki börtü böceğin düşmanlarını korkutmak için kötü göründüğü gibi ben de kaşlarımı çattım. Azı dişim çocukluğumda çekildiği için araları açılan dişlerimi gösterdim… Şimdi kafa kafaya iki horoz gibiydik…
“Ne yani, şimdi sen bana ‘godoş’ mu dedin!” diyerek tesbihli elini dışa doğru savurdu… Söz bitmişti. Bela yanıbaşımızdaydı. Madem öyle, doğru adresteydi. Üniversitede faşistlerin korkulu rüyası o ünlü kafa vuruşu ve kol çıkaran karete hareketini de epeydir kullanmamıştım hani. Ya Ali İhsan? Laz oğlu “kalem efendisi” olsa da cesur ve dövüşkendi…
“Godoş”, masadaki yorgun görevliye, “Bu adamın biletini iptal ediyorsun. Biz sarhoş yolcu taşımıyoruz” diye bağırdı. Ali İhsan “Şimdi gitme zamanı” diyerek koluma girdi. Dostun “ciddi” ses tonu itiraz edilecek cinsten değildi. Dışarı çıkmamızla birlikte para hemen iade edildi. Her şey bir kaç dakikada olup bitmişti. Düldülüne binerken Ali İhsan, “Diğer uşaklar arkalarında sopa saklıyorlardı! Haçan görmedin mi daaa?” diye söylendi. O gece ayık ayık Akşehir’e gidemedim…
***
İşte o kültür, Tarsus’ta 20 yaşındaki Özgecan Aslan’a tevavüz eden, öldüren ve sonrasında yakan…
Yargıç toplumun tepkisi ya da katillere “ibret olsun” diye belki en ağır cezayı verecek. Oysa asıl katiller yaşamın her alanında. Terminalde, sokakta, poliste, bakanlık koltuğunda, basında, yasalarda… Onları yok etmek için bu bataklığı kurutmalı. Erkek toplumunu değiştirmeli. Kadına şiddete karşı yürüyen kadınlara şiddet uygulayan iktidarı alaşağı etmeli. Kadını evde köle ve çalışma yaşamında “ucuz emek” gören sistemi yıkmalı. Kadını edilgen ve erkeğe bağımlı kılan kültüre meydan okumalı. Oğlunun sevgili bulmasıyla gururlanan, kızınınkinde kıyameti koparan aileyi yerin dibine batırmalı.
Dostlar ne yazık ki Özgecan’ın katilleri çok…
Özgecan’ın katillerine öfke Londra’da da büyüyor. Pazar akşamı kadınlar mumları ve ağıtlarıyla Trafalgar’daydı… DAY MER de Çarşamba günü saat 14’de Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği önünde olacak. “Neden Türkiye Büyükelçiliği?” derseniz, “Özgecan’ın katilleri çok” demiştik ya. En belalısı da devlet. Ondan.
Sevgili Özgecan senden özür diliyorum, kendisine “Erkek” diyen o alçaklarla aynı cinsi paylaştığım için.